29 Ağustos 2015 Cumartesi

Okyanuslardaki Sıcak ve Soğuk Su Akıntıları Hakkında Kısaca;

Sıcak su akıntıları, etkili oldukları bölgelerle ilişkili olarak özel isimler alır.
Örneğin; Kuzey Atlantik’te Körfez (Gulf Stream);
Kuzey Pasifik’te Kuroşivo;
Güney Atlantik’te Brezilya;
 Güney Pasifik’te Doğu Avustralya;
 Hint Okyanusu’nda Agulhas ve Mozambik.
Tüm bu akıntılar, genellikle dar, günde 40-120 km hızla yol alan ve düzgün uzanışlı akışlardır. Batı sınır akıntıları, genellikle okyanus yüzeyinden 1,000 m derinliğe kadar inen, en derin yüzey akıntılarıdır. Doğu sınır akıntıları, yüksek enlemlerden ekvatora doğru akan soğuk akıntılardır.
Özellikle Kuzey Yarımkürede, Kuzey Pasifik, Körfez ve Kuzey Atlantik akıntıları, orta enlem karalarının batı kıyılarında (Britanya Adalarındaki ve batı Avrupa’nın büyük bölümünde) ılıman ve nemli bir etki yaratır. Bu nedenlerle, Ocak ayı ortalama sıcaklık değerleri karşılaştırıldığında, aynı enlemlerde bulunan Londra, New York’tan daha sıcaktır.

Soğuk su akıntıları da, bulundukları bölgelere göre özel isimler alır.
Örneğin, Kuzey Atlantik’te Kanarya;
Kuzey Pasifik’te Kaliforniya;
Güney Atlantik’te Benguela;
Güney Pasifik’te Peru (Humboldt);
 Hint Okyanusu’nda Batı Avustralya.
Tüm bu akıntılar, genellikle geniş ve 3-7 km/gün hızla deniz yüzeyinde hareket eden (sığ) akışlardır.

Soğuk su akıntılarının en belirgin etkisi ise, yıl boyunca sıcak olan tropiklerde ya da yaz aylarında orta enlemlerde gözlemlenir. Örneğin, soğuk Kaliforniya akıntısının etkisi altındaki Güney Kaliforniya’nın subtropikal kıyısındaki yaz sıcaklıkları, ABD’nin aynı enlemlerdeki doğu kıyılarında kaydedilenlerden 6 °C daha soğuktur.


1816: Yaz mevsimi yaşanmayan yıl

1816 yılında Avrupa’da hiç yaz yaşanmamıştır. Bu yılın adı “A year without a summer” olarak adlandırılmış yani “Yaz olmayan yıl”.  Bir diğer adı da “Poverty” yani “Kıtlık” yılı olarak adlandırılmaktadır.

Peki neden yaz yaşanmamıştır? Bunun sebebi 1815 yılında patlayan Tombora yanardağının yoğun kül bırakmasıdır. Kül tabakası özellikle Avrupa’da yoğunlaşmıştır ve dünya sıcaklığını düşürmüştür. Aynı yıllarda güneşin etkisinin azalması da gerçekleşmiştir. Her iki etkinin birleşmesi ile dünya sıcaklığı 0.4 ile 0.7 derece azalmıştır.
Global sıcaklık için bu oldukça büyük bir rakam.

Tombora dağı Endonezya’da bulunan aktif volkanik dağdır. Bıraktığı küller tüm dünyayı kaplamıştır ve bir çok ekinin yok olmasına sebep vermiştir. O yıl 6 haziranda New York’a kar yağmıştır, Avrupa’nın bir çok ülkesinde kıtlık yaşanmıştır.

Yukarıdaki resimde o yıl ki ortalama yaz sıcaklığı gösterilmiştir. Avrupa'nın bazı bölgelerinde ortalama -3.5 derece olmuştur. En düşük sıcaklık -17 derece ölçülmüştü ki yaz ayı için inanılmaz bir sıcaklık. O yılda Türkiye’de yaz ortalama 0 derece olmuştur.


21 Ağustos 2015 Cuma

Doping

Bir sporcunun, fiziksel veya zihinsel performansını artırmak amacıyla, yasaklı kimyasal madde veya ajanları, çeşitli yöntemler kullanmak suretiyle vücuduna almasına doping denir.

İnsanlık tarihi ile eş zamanlıdır. İnsan oğlunun olduğu her yerde, bilinçli, bazen de biliçsiz olarak hep doping yapılmıştır. İlk yazılı kayıtlara M.Ö. 8'inci YY.'da rastlanmış olduğu söylenmektedir. Bu kayıtlarda, doping kelimesinin, Güney Afrika yerlilerinin geçimlerini sağlamak ve yiyecek ihtiyaçlarını gidermek için uzun süreli ava gitmeleri ve dans ederek yaptıkları dini ayinler sırasında dayanıklıklarını artırmak amacıyla kullandıkları alkollü bir içkiye verdikleri isim olan "DOPE" kelimesinden türediği tespiti yapıldığı söylenir. Performansı artırmak amacıyla kullanılan bu terim İngilizceye "doping" olarak geçmiştir.

Bu kavram, performans artırıcı kimyasal maddeler ve çeşitli yöntemler için kullanılmaya başlanmış ve bütün dünyada da kullanılan ortak isim haline gelmiştir.
İnsanın olduğu her yerde rekabet, yarışma, başkalarına üstünlük kurarak kendini kabul ettirme çabası gerçekten de çok yaygın davranış biçimleridir. İlkel topluluklarda var olan bu yarışma psikolojisi hiç değişmeden günümüze gelmiş ve modern toplumlardaki yerini de almıştır. Aradaki fark ise sadece kullanılan maddelerin evrilerek çoğalmasıdır. Kimyasallar, bu kimyasallardan elde edilen çeşitli ajanlar ve yeni yeni yöntemler icat edilmek suretiyle doping maddeleri vücuda alınmaya başlanmıştır.

Spor bir yarışma olduğuna göre, zaman, yoğun ve daha uzun antrenmanlar yapılması ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. İşte bu yoğun antrenman tempolarına ayak uydurabilmek ve o yarışma ortamının dışında kalmamak duygusu, bazı sporcuları fiziksel ve zihinsel performansı üst düzeye çıkarabilmek amacıyla ilave olarak bazı performans artırıcı kimyasal maddeleri kullanmaya yöneltmiştir.


Zaman içerisinde bu maddelerin kullanımına, yeni performans artırıcı yöntemler de girmiştir. İşin ahlaki boyutu bazı sporcular tarafından düşünülmemiştir. Sporun olmazsa olmazı olan dürüstlük, rakibe saygı ve eşit şartlarda yarışma anlayışı hiçe sayılarak bu maddeler alınmıştır. Bazen sporcunun kendisi bunu yapmış, bazen ise birilerinin teşviki sonucu bu yöntemleri uygulamıştır. Bu maddelerin yan tesirleri ve ileride yaratacağı sorunlar yok sayılmış, sporcu bazen farkında olarak, bazen ise farkında bile olmadan bu maddeleri kullanmıştır. Sonucunda ise, istenmeyen çok özücü olaylar arka arkaya bazen yarışmalar sırasında, bazende yarışmalar sonrasında meydana gelmiştir.

Sporcuların sağlıklarını korumak ve eşit ortamlarda yarışmalarını sağlamak amacıyla Uluslar arası Olimpiyat Komitesi (IOC), Uluslar arası Spor Federasyonları (IF) ve Dünya Anti Doping Ajansı (WADA) alınan bu kimyasal maddeleri ve yöntemleri tespit ederek DOPİNG olarak kabul edip, kullanımını kesinlikle yasaklamıştır. 1980 yılından beri düzenli olarak her yıl için Doping sayılan yasaklı maddeler ve yöntemler listeler haline yayınlanmaktadır. Ayrıca yarışmalar sırasında ve bu yarışmaların dışında düzenli doping kontrolleri yaparak sporcu suistimallerinin önlenmesine çalışılmaktadır. Kullananlar tespit edildiğinde ise ağır cezai müeyyideler uygulanmaktadır.
Ancak günümüzde teknolojinin çok hızlı gelişmesi, tıp (Medikal Teknoloji) alanında da kendini göstermiş, gen tespiti çalışmalarında müthiş bir sıçrama yaparak İNSAN GENOM projesi kapsamında bir çok hastalığa sebep olan genlerin bulunmasını sağlamış ve GEN TERAPİSİ yoluyla bu hastalıkların tedavi edilebilme şanşı doğmuştur. Genetik moleküler biyoloji ve tıp alanındaki hızlı gelişmelere paralel olarak tespit edilen tedavilerin bir kısmı performans artırıcı etkiler de göstermiştir. Bu bilgiler bilinçli bir şekilde bazı kişiler tarafından belki de bir takım menfaatler karşılığında sporculara veya yönetici ve teknik ekiplere aktarılmıştır. Böylece bu konuda da sporcu suistimalleri başlamıştır.

Gen teknolojisi ile ilgili konular üzerinde halen etik anlamda tartışmalar yaşanmaktadır. Tam da bu sırada gen terapisinin doping olarak da kullanabilirliği etik tartışmaları yaygınlaşmıştır. Yakın zamanda WADA, bu tür Gen Terapisi yöntemi kullanmayı da Doping sayarak yasaklamıştır.

Spor ahlakı çerçevesinde sporcuların performanslarını doğal yollardan, yani antrenman, teknik ve yöntemleriyle artırarak geliştirmeleri gerekmektedir. Bu yola ilave olarak performans artırıcı yasaklı kimyasal madeler veya yöntemler kullanılması, eşit yarışma şartları ve ortamını ortadan kaldırdığı için etik bulunmamaktadır. Bu yüzden bu maddelerin ve yöntemlerin kullanılması kesinlikle yasaktır.

Sporun yapılış amacı temel gerekçesi, böylece ifade edilerek, "Doping spor ruhunun özüne aykırıdır." prensibi temel olarak benimsenmiştir.

El Niño

El Niño Güney Salınımları, küresel bir okyanus-atmosfer olayıdır. El Niño ve La Niña, Doğu Büyük Okyanus yüzey sularının sıcaklığındaki büyük salınımlar ve bunların yol açtığı atmosferik olayların genel adı olarak kullanılmaktadır. İsimler İspanyolca "oğlan çocuğu" veya "velet" ve "küçük kız" anlamına gelmektedir. "Çocuk", İsa'yı simgelemektedir, çünkü El Niño Güney Amerika'nın batı kıyılarında Noel zamanında etkili olur.


Pasifik Okyanusu’ndaki akıntılar ve oralarda esen rüzgarların normaldeki vaziyeti. Doğudan batıya doğru esen alize rüzgarları (trade winds), güneşin ısıttığı yüzey sularını batıya doğru sürüklüyor. O suların boşalttığı yeri, okyanusun Güney Amerika tarafından taşınan su işgal ediyor. Denizin dibinden, ‘yükselme’ (upwelling) ile çıkan ve güneş görmediği için daha soğuk olan bu su, Peru Akıntısı (Peruvian current) ile batıya yayılıyor. Tropikal Pasifik’te sular gerçekten de batıya sürükleniyor, Avustralya tarafında deniz seviyesi daha yüksek.

Henüz tam olarak açıklanamayan sebep ya da sebeplerden ötürü, birkaç (2-7) yılda bir, Pasifik Okyanusu’nun tropikal bölgesinde (yukarıya bakın) doğudan batıya doğru esmesi gereken alize rüzgarları (trade winds) zayıflıyor. Tropikal güneşin ısıttığı, normalde bu rüzgarlarla batıya sürüklenen ve yerlerini dipten çıkan soğuk sulara bırakan sıcak yüzey suları; rüzgar kesilince hareket edemez oluyorlar, yerlerinde kalıyorlar. Yani aşağıdaki şemada ‘Trade Winds’i kaldırıyorsunuz ve mekanizma çökmüş oluyor. Her şey duruyor.


Sol taraf (batı) Avustralya tarafı, sağ taraf (doğu) Güney Amerika tarafı. Normal vaziyet. Alize rüzgarları (Trade Winds) yüzeyin ılık sularını batıya sürüklüyor, sürüklenen suların yerini dipten gelen (upwelling) soğuk su alıyor.

Şemada ‘upwelling’ diye gösterilen ‘dipten soğuk su çıkması’ olayı da gerçekleşmeyince, sıcak su yüzeyde birikmeye başlıyor. İşte bunun sonucu dramatik. Devasa bir alanı kaplayan normalden sıcak sular (aşağıda), o alanın yakınındaki yerlerin havasını doğrudan ve bariz biçimde, daha uzak yerleri de dolaylı olarak etkiliyor. Şunun gibi düşünün: Allah korusun bir yerde nükleer reaktör patlasa, en çok yakın çevre etkilenir, biraz daha uzak yerler daha az etkilenir; en uzaktaki yerlerse rüzgarın durumuna ve öteki etkenlere bağlı olarak, belki etkilenir.

Kötü Yara İzleri; Hipertrofik Skar – Keloid

Skar; cilt yaralanmasından sonra veya  ameliyatlarda cildin kesilmesinden sonra oluşan fibröz dokudur. Cildin iyileşmesi neticesinde oluşan fizyolojik bir oluşumdur. Bazen çok az belli olacak kadar olmasına rağmen bazen çok belirgin görülebilecek hatta kabarıklık oluşturabilecek kadar belirgin yara iyileşmeleri olabilir. Skar Türkçe'de yara izi olarak adlandırılır ancak yaraların çoğuna dikiş atıldığı için yaygın olarak dikiş izi terimi de kullanılmaktadır, ancak dikiş olsun veya olmasın her yara iyileşmesinde mutlaka az veya çok iz meydana gelir. Yara izi (dikiş izi) oluşmasında rol alan bazı etkenler vardır. Bunlar içerisinde en önemli faktör genetik faktördür. Çünkü aynı cerrah tarafından aynı büyüklükte, aynı aletlerle, tıpatıp aynı şekilde yapılan kesilerin sonucunda farklı kişilerde çok farklı yara izleri oluşabilmektedir.
Skar dokusu aslında sadece cilt değil vücuttaki farklı dokularda da oluşan yara sonrası iyileşme sürecinde oluşan bir biyolojik süreçtir. Skar oluşum sürecinde eğer kollojen dokusu çok fazla sentezlenirse ciltten bariz kabarık ve kırmızı renkte oluşan skara "hipertrofik skar" denir. Bunların daha belirgin ve tümöral kitle şeklinde oluşanlarına "keloid" denir, genellikle siyah cilt rengine sahip kişilerde meydana gelir. Ameliyat sonrası bu kadar çok belirgin yara izi oluşmuşsa bu durumda estetik cerrahi müdahale ile düzeltme yapılabilmektedir.


Daha belirgin bir tanımlamayla açıklamak gerekirse;

Hipertrofik Skar ; Bazı yara ( dikiş ) izleri büyüme eğilimi gösterir, fakat yara sınırlarını aşmazlar. Hipertrofik skar denilen bu yaralar keloidlerin tersine zamanla küçülme eğilimindedirler ve çevre dokulara yayılmazlar. Keloidler basit cilt iltihapları sonrası, yanık sonrası, piercing sonrası da görülebilirler.

Keloid; dokunun yana doğru büyümesini tarifleyen Yunanca yengeç pençesi anlamında ‘cheloide’ kelimesinden türetilmiştir; Keloid, bir travma (cerrahi kesi, kaza, yanık) sonrası ya da kendiliğinden (enfeksiyon, abse) oluşan yaraların iyileşme safhasının abartılı olması ve yaranın orijinal sınırlarını aşması ile oluşan patolojik bir yara iyileşme şeklidir. Keloid doku düzensiz sınırlı, pembe veya daha koyu renkli, parlak, deriden kabarık, kaşıntılı, rahatsızlık veren, dokununca hassas olabilen lezyonlardır. Keloidler büyüme eğilimindedirler, karnabahar benzeri görünüm alabilirler, ne zaman duracaklarını bilmezler.
Keloid gelişen insanların çoğu 10-30 yaş arası beyaz tenli olmayan bayanlardır. Yaşlılarda daha az izlenmesine rağmen her yaş, cinsiyet ve cilt rengine sahip insanlarda oluşabilir. Bazı insanlarda genetik olarak yara iyileşmesi sırasında keloid oluşumuna meyil bulunmaktadır.

13 Ağustos 2015 Perşembe

Gözleri

Yeryüzünün bütün renklerini gözlerinde gördüm ve gözlerimden başladın içime girmeye
Bir çığlık, bir soluk, bir nehrin aniden kendini doğurması senin ellerin

Çölden geldim biliyorum ben suyun kıymetini
Saklı yerlerimde
Göğsümde süt gibi biliyorum

Kimin elleriyse bu
Tutan bırakmayan
Bir ad bulsun bana
Yoğurup şekil verdiği bu çamura yeni bir ad

Bu ormana kavuşmuş olmak
Ormanın hızlanması sonra
İçinde ne varsa!
Vahşi hayvanları, gövdemde yosunları,
sessizce gezen leoparları, duran, bekleyen, uçamayan sesimin kuşlarını
Bir göz darbesiyle
Hayata döndürdün

Bir rüya
Bir amin
Bir teşekkür

Sensin kollarındayken beni yaratan allah
O eski güzel gemi salınan akşam ezanlarında
Dua sensin!

Mohs Sertlik Cetveli

Mohs sertlik skalası bir mineralin sertliğini ifade eder.

Yeryüzünde bulunan kayaçların (minerallerin) sertlik değerlerini ve derecelerini gösteren bir ölçüm kriteridir.

Minerallerin sertliği Avusturyalı mineralog Friedrich Mohs tarafından 1812 de ortaya konulmuştur.

Mineralin üzerine etki yapan basınçlara, kuvvetlere karşı gösterdiği dayanma ölçüsünü derecelendirir. Sertlik mineralin kimyasal yapısı, aralarında kurdukları bağlarla alakalıdır. Bağlar ne kadar fazla ve sıkı ise o mineral daha serttir.
Mineralin üzerine etki yapan basınçlara, kuvvetlere karşı gösterdiği dayanma ölçüsünü derecelendirir. Sertlik mineralin kimyasal yapısı, aralarında kurdukları bağlarla alakalıdır. Bağlar ne kadar fazla ve sıkı ise o mineral daha serttir.
Mohs Sertlik Cetveli’ne göre kayaçlar sertlik derecelerine göre yumuşaktan serte doğru sıralanırlar. En yumaşak derece olarak 1, en sert derece olarak da 10 değeri kullanılır.



8 Ağustos 2015 Cumartesi

Jacobson Organı

Jacobson organı veya vomeronazal organ, birçok hayvanda bulunan bir yardımcı koku duyu organıdır. İlk olarak Frederik Ruysch tarafından ve daha sonra Ludwig Jacobson tarafından 1813 yılında keşfedilmiştir.

En belirgin olarak, yılanlarda bulunan, ısı ve koku analizi sağlayan duyu organıdır. yılan diliyle havayı koklar ve dilini damağına sürter. damak ile burun arasında bulunan jacobson(`vomeronasal)organı kokuyu analiz ederek avlarının kokularını, kokularından yerlerini, vücut ısılarını, vücut ısılarından ne kadar uzakta veya yakında olduklarını tespit eder. burun sinirleriyle bu analizleri beyne iletir. vomeronasal organın, başın her iki tarafına da uzanan iki odacığı vardır.

jacobson organı, insanda körelmiştir. kedi, fare, köpek, kertenkele, domuz, fil, inek, keçi. gibi memelilerde ve onların türlerinde işlev sahibidir. çoğu memelide, tıpkı insanınki gibi körelmiştir.



Makas Gagalı Martı

Alt gagaları üsttekinden uzun olan tek kuşlar bunlardır.Makas gagalıların kendilerine özgü, acayip bir balık avlama yöntemleri vardır.Uzun alt gagalarını yüzeye hafifçe batırarak suyun üzerinden uçarlar.Alt gaga küçük bir balık ya da karidese çarptığı zaman üst bunun üzerine sıkıca kapanır.Kuş avını sudan fırlatır ve kanat çırpışını bir an bile aksatmadan kurbanını yutar.Ve sonra yeni avlar için alt gagasını tekrar suya sokar.

Bu olağanüstü balık avlama tekniği ve buna bağlı olan diğer yapı özellikleri üç cins olan makas gagalıları yakın akrabaları martılar ve deniz kırlangıçlarından ayırır.Bu kuşların hem alt, hem de üst gagalarının dış yarıları bıçak gibidir.Ama bunlar ağıza doğru genişlerler.Alt gaganın dış yarısından bir tek keskin kenar vardır.Bu üst gagadaki bir oluğa girer.Böylece kuş kaygan avını sıkıca tutar.Avla çarpışma sırasındaki sarsıntıya dayanması için kuşun boyun kasları güçlenmiştir.Ve ek kemik uzantılar kafatasını boyuna sıkıca bağlar.

Makas gagalı martı uzun ve sivri kanatlarını düzenle çırparak uçarken gövdesinin suya yakın olması gerekir.Bu yüzden kanat vuruşları kuşun yatay düzleminin yukarısında kalır.Makas gagalı ya tek başına ya da küçük gruplar halinde avlanır.Kıyıdaki koyların ve sakin suların durgun ve düzgün yüzeylerinin üzerinde öne arkaya giderek, dolaşır.Sakin bir akşamda bu cinsten bir birey yanınıza yeteri kadar yaklaştığı zaman gagasının suları yardığını duyarsınız.

Makas gagalı martı genellikle akşamları ve geceleri, sular sakin olduğu ve balıklarla karidesler yüzeye çıktıkları zaman avlanır.Gündüzleri ise sürüler halinde açık kumsallara tüner.Gece avı için gerekli olan duyarlı gözlerini güneşin sudan ve beyaz kumlardan yansıyan ışıklarına karşı koruyabilmeleri için bebekleri dikeyleşmiştir. Kuş bunları iyice daraltıp birer yarık haline sokabilir.Makas gagalı martının kesik ötüşleri uzaktan tazıların ulumasına benzetilir.

Kuzey Amerika'nın kara makas gagalı martısı üç cinsin en irisidir.Atlas Okyanusu kıyılarında, Long İsland'dan başlayan ve aşağıya doğru inen, sonra Güney Amerika'nın iki sahilini birden izleyerek Arjantin ve Şili'ye erişen kesimde yaşar.Diğer iki cins de buna benzer ama biraz daha küçüktür.Üst kısımları da siyah değil, siyahımsı kahverengidir.Afrika makas gagalı martısı bu kıtanın bütün kıyıları, nehirleri ve göllerinde yaşar.Gagası parlak sarıdır.Hint makas gagalı martısının gagasının dibi siyah, ucu sarı olur.Bu kuş deniz kıyılarında ender görülür.Ama Hindistan'dan başlayan, Burma'dan Hindiçini'ye kadar uzanan kesimde büyük nehirlerde yaşar.

Makas gagalı martı kumsallarda koloniler halinde yuva yapar.Göğsünü döndürerek yerde hafif bir çukur kazar.Dişi buraya 2-5 yumurta bırakır.Kuluçkaya hemen hemen sadece dişi yatar.İyi gelişmiş yavruların üstleri açık gri hav tüyüyle kaplıdır.Kumsalda yere sindikleri zaman kolaylıkla görülmezler.Yavrular yumurtadan çıktığı zaman alt ve üst gagaları eşit boydadır.Alt gaga ancak yavrular hemen hemen erginliğe erişecekleri sırada uzamaya başlar.