31 Mayıs 2016 Salı

Eugene Podkletnov ( Yer çekiminin engellenmesi )

1996 yılında Finlandiya' daki Tampere Üniversitesi, dünyada araştırmacıların öfkesini çeken genç bir araştırmacıyı azletti. Adı Eugene Podkletnov olan araştırmacı bundan önce Moskova' da lisansüstü derecesini almış ve Tampere' ye doktorasını yapmaya gelmişti.
1992 yılında yayınladığı makalesinde, süper-iletkenlerden yapılan bir diski döndürerek üstündeki yerçekimini azaltmayı başardığı deneyini açıkladı. Raporunda yazılana göre dönen diskin üzerindeki yerçekimi normal değerinin % 0,3 altındaydı. Bu makale zamanında hiç ilgi uyandırmadı. Podkletnov 1996 yılında önemli bir dergi olan British Journal of physics' e meslektaşıyla birlikte laboratuvarında geliştirdiği yeni bir tekniği kullanarak diskin üzerindeki yerçekimini % 2 oranında azalttıkları deneylerle ilgili bir makale gönderdi. Bu sefer makalesi incelendikten sonra ileride bir sayıda yayınlanmasına karar verildi.
Ancak derginin o sayısı basılmadan önce, derginin çalışanlarından biri olan Ian sample tüm hikayeyi İngiliz Sunday Telegraph' ın bilim muhabiri Robert Matthews' a sızdırdı. Böylece 1 Eylül 1996' da Matthews manşetten Finlandiyalı bilim adamlarının dünyanın ilk antigravite aracını ortaya çıkaracağını yazdı. Aynı gün, manşetin bilim adamlarında neden olduğu öfkenin ardından, Podkletnov' un çalıştığı laboratuvarın başkanı
gazetelere bir savunma yazdı; genç araştırmacının deneyi kendisinin bilgisi olmadan gerçekleştirdiğini ve bu yüzden bu araştırmayı desteklemediğini vurguladı. Bundan hemen sonra  Podkletnov,2 un araştırma ortağı deneylerle ve kendi adını da içeren makaleyle ilişkisini inkar etti. Mahkemeden İsminin bu projeyle anılmasını yasaklayan bir emir çıkarttı; bu kişinin adı hala bilinmiyor.
Ortaya çıkan karmaşa Podkletnov' u makalesini geri çekmesine neden oldu. Yerçekimini iptal etmediğini, karşısına çıkn bilim adamları bilimsel açıdan bunun imkansız olduğunu söylemişti, yerçekiminin sadece önünün kestiğini vurguladı. Bu makale hiçbir zaman British Journal of physics'e kabul edildiği şekliyle yayınlanmadı. Buna rağmen deneyini yaptığı laboratuvara yeniden girmesine izin verilmedi ve Moskova' ya dönerek aracını geliştirmeye devam etti.
Bundan seneler sonra Podkletnov yeniden uluslararası bir fırtına yarattı. İtalyan fizikçi Giovanni Modanese'yle birlikte yerçekimini iten sürekli bir ışın yaratabilen bir araç tasarladığını açıkladı. Görgü tanıklarına göre bu araç 15 metre uzaklıkta bir binadaki sarkacı hareket ettirebiliyordu. Eleştirmenlerin tereddütleri sonucunda Podkletnov ışının biyolojik dokulara zararlı olabileceğini kabul ederek bu deneylerini tekrarlamadı.


Alıntı: 2050 kitabından Prof. David Passing

Rapamycin ( insan ömrünü uzatan madde )

Özellikle biyologlar ve tıp bilimiyle uğraşanlar insan vücudunun bu kadar uzun süre (130-150 sene)
hayatta kalmayacağı inancında.Ancak tıptaki gelişmeler bu inanca sürekli meydan okuyor.Buna bir örnek bundan 40 yıl ( 1970 ) önce Pasifik Okyanusu'ndaki Pascal Adası'nda keşfedilen doğal madde Rapamycin'le ilgili araştırmalar.Bu madde Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu ( FDA ) tarafından değişik amaçlar için onaylanmıştır.Amerikan Yaşlılık Enstitüsü Müdahale Deneme Programı (National Instute of Aging Interventions Testing Program ) tarafından yapılan araştırmada , farelerde bu maddenin sürekli kullanılmasının yaşamlarını %9-12  arasında uzattığını belirtilmektedir." Daha da ilginci, bu madde daha yaşlı, 60 yaşında bir insana denk yaştaki farelere verildiğinde, bu kadar geç kullanılmaya başlamasının etkinliğini üç katına çıkarması ve farelerin yaşamını kontrol grubuyla karşılaştırıldığında %28-38 uzatmasıdır. Kitabın yazıldığı sırada henüz teorik olarak bunun anlamı yaşam beklentisi 80 yıl olan birine bu madde geç yaşta verilmesi hayatına 30 yıl ekleyebilir demektir.Üç saygın üniversitedeki üç laboratuvarda yapılan araştırmalarda hep aynı sonuçlar alındı."
      Rapamycin tıbbi tedavilerde yeni kullanılmaya başlanan bir madde değil. 1970'lerde mantarlara karşı kullanıldı ve arkasından organ naklinde organın vücut tarafından reddedilmesini önlemek üzere kullanılması onaylandı. Daha sonra Rapamycin maddesinin içinde keşfedilen stentler damar tıkanıklığı geçiren hastalarda kullanıldı. Son yıllarda klinik deneyler çerçevesinde kanser hastalarına verildi ve tümörlerin beklenenin üzerinde küçülmesine neden oldu. Ancak maddenin yaşamı uzatmasıyla ilgili araştırmalar en iyi aratırmacaların beklentilerini bile aştı.Klinik deneylerde bu sonuçların insanlarda da geçerli olduğu bulunursa, istatistikçiler yaşam beklentisi için yeni bi ölçüt yaratmak zorunda kalacak. Günümüzde yaşam beklentisi Kişinin doğduğu durumla yaşadığı yer temel alınarak hesaplanıyor.

Dip Not : 2050 - Prof. David Passig 'den alıntılanmıştır.

19 Mayıs 2016 Perşembe

19 Mayıs 1919


Bugün gururumuz, özlemimiz, göz yaşlarımız Mustafa Kemal Atatürk




10 Mayıs 2016 Salı

Joseph Stiglitz & Eşitsizliğin Bedeli

Ben Kapitalizmim ve kızlarınızı Barbie’lerle büyüttüm, sizden estetik operasyon için para istiyorlarsa
bu şaşılacak bir durum değil!

Ben Kapitalizmim ve çıkarlarım uğruna üstünüze moda endüstrisini saldım!
Sonuç: 17 yaşındaki kızların %78’i dış görünüşlerinden rahatsız.

Ben Kapitalizmim ve bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vücuduna duyduğu memnuniyetsizliği %50 artırmaya yetiyor!

Ben Kapitalizmim ve işyerlerinde çalışıyor olmak yerine protesto gösterilerine katılan insanlar beni çıldırtıyorlar!

Dünya çapında yükselen anarşi, bu inatçı protestolar da neyin nesi? Yeni Apple ürünlerini beğenmediniz mi?

Ben Kapitalizmim ve bakış açınızı öyle bir değiştirdim ki, hırsız ve elitist bir CEO’nun hayat hikayesi sizin için “azim ve başarı hikayesi”.

Ben Kapitalizmim ve ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği bir toplumda alaşağı edilmek gibi bir kaygım yok!

Ben Kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, ancak %1’inizin ihtiyacı olan makineleri ucuz işçilerle üretmekte çok mahirdi.

Elbette bütün kapitalistler birer “aziz” gibi konuşacaklar, tıpkı Bill Gates gibi, 150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz.

İnsan haklarını falan unutup kapitalizme iyice dalın! Fred Shuttlesworth da Steve Jobs gibi dün öldü ama hanginiz onu tanıyorsunuz ki?

Ben Kapitalizmim ve dün en mutlu günlerimden birini yaşadım, bencil bir kapitaliste, gaddar bir patrona aziz muamelesi yapmanız müthişti!

Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları yüzünden kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu.

Ahlakınızı o kadar bozdum ki babanız ölüm döşeğindeyken aklınızdan geçen şey kardeşlerinizle mirası nasıl bölüşeceğiniz!

Hepiniz birer yalancısınız çünkü kendinize istediğiniz şeyi elde edince mutlu olacağınızı söyleyip duruyorsunuz.

Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yediklerinizi eritmek için ter döküyorsunuz!

Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var!

Ben Kapitalizmim ve Starbucks için kahve temin eden bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek!

Ben Kapitalizmim ve Batı dünyasından her yıl 3.5 milyon kişi Uzak Doğu’ya seks turlarına gidip çocuklarla ilişkiye giriyorlar!

Ben Kapitalizmim ve Uzak Doğu’da 6-12 yaş arası kızlar 200$ gibi komik bir miktarla seks kölesi olarak satılıyorlar.

Ben Kapitalizmim ve “serbest piyasa ekonomisi” dünyanın en büyük yalanı.

Ben Kapitalizmim ve Amerikalıların %24’ü eğer milyarder olmaları için gereken bu olsaydı bütün ailelerini reddedebileceklerini söylüyor.

Ben Kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum! Lütfen birer obje haline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria’s Secret’a koşun.

Victoria’s Secret ülkelerime Türkiye de ekleniyor, incecik bir parça çamaşıra 80$ verince çok çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum!

Ben Kapitalizmim ve bütün zavallı kölelerim yarın akşam Vogue Fashion’s Night Out’un tadını çıkaracaklar mı?

Ben Kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun iPad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum!

Ben Kapitalizmim ve Madonna’nın sadece Londra’da 8 evi var, ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte.

Ben Kapitalizmim ve Tayland’da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland’e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek.

Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin %90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var.

Ben Kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene 8.5 milyar $ değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktar…

Ben Kapitalizmim ve siz pırlantalara bayılırsınız, Hindistan’da 1 milyon kişi günde sadece 1.2 dolar kazanarak o pırlantaları üretirken.

Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor.

Ben Kapitalizmim ve sizin hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının % 64’ü kokain bağımlısı.

Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz.

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, artık farkına varın, taptığınız tek tanrı benim!!!

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar 5 yıldızlı Kabe manzaralı otellerinde, “ibadet” ederlerken?

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, Müslümanlar kutsal topraklarına gittiklerinde bile alışverişe koşarken?

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz, bütün dünya Hristiyan bayramı Noel’i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için “kutlarken”?

ABD’de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok çünkü TV’de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar.

Ben Kapitalizmim ve yine başardım! Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu halde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım.

Dünya nüfusunun %50’si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin %1’ine sahip.

Dünya nüfusunun %1’i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin %50’sine sahip.

Ben Kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım.

Amerikalıların %85’i ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyor. İşte kapitalin gücü!

Sizi özgür bırakmayan, fikirlerinize sansür vuran, en sonunda polis kurşunuyla öldüren bir devleti kendi elinizle kurmanız ne tuhaf.

Sizin ağzınızı burnunuzu kırıp hapse tıkmaları için bir devlet kuracak parayı, kendi vergilerinizle sağlamanız ne kadar tuhaf.

Amy Winehouse gibi bağımlılara acırken hepinizin birer bağımlı olduğunu unutmanız ne kadar komik, zavallı tüketim bağımlıları!

Ben istediğim kadını elde ederim, biraz altın, biraz pırlanta, biraz şan şöhret, birkaç güzel vaat, tamamdır.

Joseph Stiglitz / Eşitsizliğin Bedeli

Dünyalılar

3 Mayıs 2016 Salı

İspanyol Gribi

Adını İspanya’dan almış olmasına rağmen hastalığın ilk olarak 1917 yılının baharında Avusturya’da başladığı tahmin ediliyor. İspanyol gribi denmesinin sebebiyse;birçok ülke kamuoyundan salgını gizlerken İspanya bu konuyu medyada konuşan ilk ülke olmuş.


  • Dünyanın ilk büyük salgınıdır.Daha önceki salgınlar bu denli nüfuzlu olmamıştır.Ölü sayısı tam bilinmemekle birlikte 20-50 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir.
  • 1.Dünya savaşında ölen toplam insan sayısından daha fazla insan hayatını kaybetmiştir.
  • Başta gribin hayvandan insana geçtiği düşünüldü.Ama hava yoluyla bulaştığı kesindi.1918 yılında sadece Amerika’da 20 milyonun üzerinde grip vakası görülmüş,bunların 1 milyonu ölümle sonuçlanmış.
  • İspanyol gribi diğer katil grip salgınlarından farklıydı.Genellikle 20-40 yaş arası genç ve sağlıklı insanlar hayatını kaybetti. 
  • Bazı kaynaklara göre Amerika’da her şey 1918 yılının mart ayında başladı.Aşçı Albert Mitchell o gün kendini halsiz ve bitkin hissediyordu.Ateş,orta dereceli boğaz ağrısı gibi grip benzeri belirtilerle sağlık merkezine gitti.Kendisine yatak istirahati önerildi. 
  • Öğle saati geldiğinde 107 asker hastaydı.İki gün içinde çoğu ciddi zatürre şeklinde ölümcül olmak üzere 522 kişi hastalanmıştı. 
  • 48 kişinin kaybedildiği bu gelişmede ölüm nedeni zatürre olarak kayıtlara geçti.
  • Daha sonra grip askeri birliklere hızla yayıldı.
  • Hastalığın sebebi olan virüs Avrupa’ya yayılmış ve daha fazla insanı enfekte etmiş,hastalık ölümcül ilerlemesini sürdürmüştü.
  • Savaş sebebiyle salgın çok çabuk yayıldı.Bir hafta içinde Alcatraz adası gibi izole yerler bile hastalık tarafından kuşatılmıştı.
  • Ekim 1922’de San francisco’da toplu yerlerde maske takma zorunluluğu getiren bir yasa kabul edildi.Ve ‘maske takın, hayatınızı kurtarın’ şeklinde anons edildi. 
  • Maske gribe karşı %99 etkiliydi.Tabi aşılarda etkisini göstermişti. 
  • • Kasım ayında grip aktivitesi azaldı ve vaka sayısı düştü.21 kasımda şehirdeki tüm sirenler çaldı ve artık maske takmak gerekmediği bildirildi. 
  • • Maske zorunluluğunun kalkmasıyla iki hafta sonra grip vakalarının sayısı giderek artmaya başladı.Maske karşıtları ve halkın bıkkınlığı sebebiyle maske kullanımından vazgeçildi.
  • Daha sonra hastalık Atlantiği geçti. 
  • Nisan ayında Fransızlar hastaydı,ayın ortalarında Japonlar ve Çinliler,mayıs ayında da Afrika ve Güney amerikalılar hastalığa yakalanmıştı.Nome(Alaska)’deki eskimo popülasyonunun %60’ı ortadan kayboldu.

Hastalığın Belirtileri:

• Hastalık çok ani başlayan halsizlik,ciddi kas ağrısı,baş,sırt ve eklem ağrısı şeklinde kendini belli ediyordu.
• Ateş 41 dereceye kadar ulaşıyordu ve akciğerler zatürreden ölen hastaların akciğerleri gibi kanlı köpükle doluyor ve hava akışı tamamen bozuluyordu.

• Ölümlerin esas nedeni zatürre yada diğer adıyla pnömoniydi.

• Hastalıkla iyi tek iyi özellik ise gribin ortaya çıktıktan 2-3 hafta
sonra ortadan kaybolmasıydı.

AIDS hastalığın başlangıcından itibaren 25 yıl içinde 25 milyon insanın ölümüne sebep olurken; ispanyol gribi ilk 25 haftada 25 milyon kişiyi öldürmüştür.

Hastalık İspanya’da ortaya çıkmamasına rağmen,ülkede 8 milyon kişi hayatını kaybetti. 

• Hastalığın en çarpıcı etkileri Amerika’da ortaya çıktı.Salgın ile birlikte ortalama yaşam süresi %10 düştü.
• Yeni Zelanda,nüfusunun yarısını hastalık yüzünden kaybetti.

• Hindistan’da 17 milyon kişi hayatını kaybetti.

• Britanya’da 250.000 Fransa’da 400.000 kişinin öldüğü
tahmin ediliyor.

• Hastalık 18 ay içinde ortadan kalktı.Bilim adamları virüsün mutasyona uğrayarak kendini yok ettiğini düşünüyor.

• İspanyol gribi:Domuz gribi,Kuş gribi gibi H1N1 virüslerinin
atasıdır.

Virüs’e ne oldu?

• 1918’deki salgının asıl sebebi bilinmediğiden ötürü,bilim adamlarının olay süresinde veya sonrasında hastalığı doğrudan inceleme imkanı olmadı.

• Ancak AFIP (Patalojik silahlı kuvvetler enstitüsü) gibi kuruluşlar 1918’deki grip kurbanlarının doku örneklerini sakladı.

• Bilim adamları 8 viral genlerinden canlı virüs oluşturdu.

• İnsanların sonraki yıllarda virüse bağışıklık geliştirmiş olmaları sebebiyle virüsün herhangi bir nedenle dışarı yayılması,tehdit unsuru oluşturmamasına rağmen,virüs şuanda Atlanta’daki Gerorgia Hastalık Kontrol ve Koruma Merkez’inde oldukça sıkı güvenlik önlemleri altında korunmaktadır.

İspanyol Gribinin ünlüleri: 

• Rosalia Lombardo
• İspanyol gribinin sembolüdür.İtalyan general Mario Lombardonun küçük kızı olan Rosalia 1920’de ispanyol gribi yüzünden hayatını kaybeder.Acısını hafifletmek isteyen baba Sicilya adasından  Dr.Alfredo Salafia adında bir mumya ustası bulur.Salafia kızı mumyalayıp camdan bir mezarın içine koyar.
• Nasıl mumyaladığı hala bir sır.Yönteminide kendiyle beraber mezara götürdü.

• 1999 yılından bu yana Salafia’nın sırrı üstünde çalışan arkeolog Piombino Mascali tesadüfen Salafia’ya ait el yazması bir eser buldu.Küçük kızın nasıl mumyalandığı detaylı bir şekilde
yazılmıştı.


Aspartam Tatlandırıcı

Aspartam bildiğimiz şekerden 180 kat daha güçlü olan yapay bir tatlandırıcıdır. Genellikle Equal ve NutraSweet markaları altında bilinirler. Bu madde başta diyet gazlı içecekler olmak üzere 6000’den fazla besin ürününde bulunur.

1965 yılında gastrik ülserin tedavisi için çalışma yapan bir kimyager tarafından bulunmuştur. Elmhurst Üniversitesinin çalışmalarına göre aspartam, fenilalalin ve aspartik asit adındaki iki amino asitten oluşmaktadır. Bu tatlandırıcı hiç kalori içermez. Bu madde kendini dildeki tat reseptörlerine bağlayarak tüketen kişide şeker alımına benzer tatlı bir his uyandırmaktadır.

Aspartam vücuda girdiğinde kanserojene, nörotoksine (sinir sisteminde tahribata neden olan zehir) ve bir eksitoksine (sinir hücrelerini ölümüne neden olan toksik madde) dönüşüyor.

Aspartamın sebep olduğu ve bilimsel olarak belgelenmiş semptomlardan bazıları: baş ağrısı, baş dönmesi, migren, nöbet, uyuşma, bulantı, kas spazmları, deri döküntüleri, kilo artışı, depresyon, uykusuzluk,yorgunluk, anksiyete belirtileri,sinirlilik, çarpıntı,  tat kaybı, görme bozuklukları, işitme kaybı, nefes zorluğu, konuşma bozukluğu, tat kaybı, vertiigo, tinnitus (kulak çınlaması), hafıza kaybı ve çeşitli eklem ağrılarıdır.
Aspartamın yan etkilerini inceleyen araştırmacılara ve doktorlara göre beyin tümörleri, epilepsi,MS, kronik yorgunluk sendromu, Mental gerilik, Parkinson, Alzheimer, lenf kanseri, lösemi, diyabet, doğum kusurları ve fibromialji gibi sağlık sorunları aspartam kullanarak tetiklenebilir ya da ağırlaşabilir.

Aspartam içeren Gıdalar ve tatlandırıcılar

-Şekersiz çikletler, şekerlemeler, nane şekerleri, Çikolatalar, reçeller -Kahvaltı gevrekleri, yoğurt, meyveli yoğurtlar, hazır tatlılar, çikolatalı-meyveli sütler,dondurmalar, kakaolu içecekler-Soslar, tatlı soslar, marmelatlar ve ketçaplar.- Bazı çaylar, kahve şurupları,hazır kahveler, tatlandırılmış soğuk çaylar, tatlandırılmış sular ve proteinli besleyici içeceklerin pek çoğu.-Diyabet hastalarının kullandıkları pek çok madde aspartam içeren gıdalar arasında sayılabilir.-Diş macunları ve gargaraları.

Aspartam içeren ilaçlar:

Çiğnelebilir vitaminler, suda eriyen vitaminler (Redoxon), vitaminler (özellikle hamilelere verilen ve demir eksikliği tedavisinde kullanılan Maltofer, Bonmega Kalsiyum+D3, menopoz sonrası kemik kaybını önlemek için verilen Bonenorm), romatoit artrit ve osteoartrit ilaçları (Berkofen), mükolitikler yani balgam sökücüler (Asist, Mucocure, Muconex), laksatifler, soğuk algınlığı ilaçları (Pir Hot D, Gribex, pediyatrik üst solunum yolu enfeksiyonu için kullanılan Spectracef), pastiller, migren ilaçları (Maxalt), antibiyotikler (Zinnat, Augmentin, Texef), demans ilaçları (Emaxin), antidepresanlar (Eslong), anksiyolitikler (Xanax).


Patrice Lumumba

Patrice Lumumba 1960 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı oldu ve 1961’de öldürüldü.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin (DKC) seçilmiş ilk başbakanı olan Patrice Lumumba, 55 yıl önce 17 Ocak 1961’de suikast sonucu öldürüldü.

Suikastın tarihsel önemi, en başta gerçekleştiği küresel bağlam, o günden bu yana Kongo siyasetine etkisi ve Lumumba’nın ulusal bir lider olarak bıraktığı miras olmak üzere bir dizi faktörde yatıyor.

126 yıl boyunca ABD ve Belçika, Kongo’nun kaderini şekillendirmede kilit rol oynadılar. Nisan 1884’te, Berlin Kongresi’nden yedi ay önce, ABD Belçika Kralı 2. Leopold’un Kongo Havzası’na ilişkin iddialarını tanıyan ilk ülke oldu.

Leopold’un Kongo Bağımsız Devleti’ndeki vahşi ekonomik sömürüsü ile bağlantılı zalimlikler milyonlarca ölüme sebep olduğunda, Belçika’yı Kongo’da kontrolü alelade bir sömürgeymiş gibi ele almaya zorlama noktasında ABD diğer dünya güçleri ile birlikte davrandı. Ve ABD bu sömürge döneminde Kongo’nun devasa doğal kaynaklarında stratejik bir pay elde etti. Kongo madenlerinden elde ettiği uranyumla Hiroşima ve Nagazaki’yi bombalayacağı ilk atom silahlarını üretecekti.

Soğuk Savaş’ın patlak vermesiyle birlikte, ABD ve onun batılı müttefiklerinin, Afrika’nın stratejik hammadde kaynaklarının düşman Sovyet kampının eline geçmesine izin vermek bir yana, Afrikalıların kendisinin dahi bunlar üzerinde etkin kontrole sahip olmasına izin vermeyeceği açıktı. Bu açıdan Lumumba’nın halkımızın yaşam koşullarını iyileştirmek adına gerçek bağımsızlığa ulaşma ve Kongo’nun kaynaklarının tam denetimini sağlama kararlılığı, batılıların çıkarlarına tehditti. ABD ve Belçika, Lumumba’yı alt etmek için Dag Hammarskjöld ve Ralph Bunche idaresindeki Birleşmiş Milletler sekreterliğini kullanmak, Lumumba’nın Kongolu rakiplerini satın almak ve kiralık katiller tutmak da dahil ellerindeki tüm araçları ve kaynakları seferber ettiler.

Kongo’da Lumumba’nın suikastı haklı bir şekilde ülkenin ilk günahı olarak görüldü. Bağımsızlığın ardından yedi aydan kısa bir süre sonra (30 Haziran 1960), Lumumba’nın sözcülüğünü yaptığı ulusal birlik, ekonomik bağımsızlık ve pan-Afrika dayanışması görüşlerine ve milyonlarca Kongolunun özgürlük ve maddi refah umuduna yıkıcı bir darbeydi.

Suikast ülkenin dört ayrı hükümetin yönetimi altında olduğu bir süreçte gerçekleşti: Kinşasa’daki (o zamanki Léopoldville) merkezi hükümet; Kisangani’de Lumumba’nın takipçilerinin asi merkezi hükümeti ve maden zengini Katanga ve Güney Kasai’deki ayrılıkçı rejimler. Lumumba’nın fiziksel imhası ile birlikte batılıların Kongo’daki çıkarlarına ana tehdit olarak gördükleri unsur ortadan kalktığından, uluslararası çabalar ılımlı ve batıcı Kinşasa rejiminin otoritesini tüm ülkeye hakim kılmaya odaklandı. Bu çabalar Kisangani’deki Lumumba’cı rejimin 1961’de sona ermesi, Güney Kasai’nin Eylül 1962’de ayrılması ve Katanga’nın Ocak 1963’te ayrılması ile nihayetlendi.

Bu birlik süreci sona erer ermez, neokolonyal devlete ve onun batıcı liderliğine karşı “ikinci bağımsızlık” için radikal bir toplumsal hareket yükseldi. Bu kitlesel köylü, işçi, kent işsizleri, öğrenci ve memur hareketi, birçoğu Ekim 1963’te Brazzaville’de Kinşasa’dan Kongo nehri boyunca bir Ulusal Özgürlük Konseyi (UÖK) kurmak üzere yeniden bir araya gelen Lumumba’nın takipçileri arasında arzulu bir liderlik buldu. Bu hareketin güçlü ve zayıf yanları, Patrice Lumumba’nın Kongo ve bir bütün olarak Afrika için mirasını değerlendirme noktasında faydalı olabilir.

Bu mirasın en olumlu yanı, Pierre Mulele’nin, Kongo halkının demokrasi ve toplumsal ilerleme arzularını karşılanmaya yönelik radikal değişime olan özverili adanmışlığında yatıyor. Öte yandan, UÖK’nin Christophe Gbenye ve Laurent-Désiré Kabila’yı da içeren liderliği, iktidarla ve onun getireceği ayrıcalıklarla halkın refahından daha çok ilgiliydi. Bu, icraatta değil daha çok sözde bir Lumumbacılıktı. Otuz yıl sonraki başkan olarak Laurent Kabila, sözlerini icraata dönüştürme noktasında çok az şey yaptı.

Daha önemlisi, Lumumba’nın Kongo’ya bıraktığı en büyük miras, ulusal birlik ideali oldu. Yakın zamanda bir Kongo radyo istasyonu bana Güney Sudan’ın bağımsızlığının Kongo’da ulusal birlik için endişe konusu olup olmadığını sordu. Patrice Lumumba Kongo’nun birliği için öldüğünden, halkımızın ulusal birliğini savunmak adına en yüksek kararlılığı sergileyeceğini söyledim.



İnsan Genom Projesi

İnsan Genom Projesi'nin temel amacı, insan DNA’sında bulunan 3 milyar kadar baz çiftinin dizilimini ve bunların % 2-5‘ini oluşturan genlerin yerini bulmak. Bu aslında zor bir iş; çünkü insan genomunda kesin sayısı şimdilik bilinmiyor olsa da 40 bin ile 80 bin arasında gen olduğu sanılıyor. Dış görünüşümüzdeki onca farklılığa rağmen, aslında biz insanların kalıtsal yapısı büyük ölçüde birbirine benzer. İnsanların DNA yapılarının %99,9’u ortaktır. İnsan Genom Projesi de bu ortak genleri bulmayı hedefliyor. Yaklaşık 15-20 yıldır bu projeyle uğraşılmasına rağmen henüz genom projesi tam olarak çözülebilmiş değildir. Ortaya çıkacak veri bankası, insanı insan yapan genlerin yanında bir insanı başkalarından ayıran genleri de gösteren eşsiz bir kaynak olacak.

İnsan Genom Projesi (İGP); insanın tüm kalıtsal materyalinin şifresinin çözümlenmesini ifade etmektedir. Bu kalıtsal materyalin yani DNA’nın (Deoksiribonükleik asit) şifresi dört bazın (A= Adenin, T= Timin, C= Sitozin, G= Guanin) rastgele bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Yan yana gelen bu bazlar aynı zamanda karşılıklı eşleşerek DNA’nın ikili sarmal yapısını oluşturur. Vücudun tüm fonksiyonları DNA sarmalındaki anlamlı baz dizilerinden (gen) köken alan proteinlerle yapılır.

İGP, 1989 yılında Amerika’da bir grup bilim adamının insan genomunda yer alan proteini kodlayan (ekzon) ve kodlanmayan (intron) bölgelerin baz dizilerinin bulunması amacıyla başlattıkları bir projedir. Bu amaçla oluşturdukları organizasyon (HUGO- Human Genom Organization), Amerikan Enerji Ajansı (DOE) ve Ulusal Sağlık Enstitüsünün (NIH) desteğiyle kurulmuş ve 1990 yılında projeye resmi bir nitelik kazandırılmıştır. Tüm insan genomunun baz dizisinin ortaya konmasını amaçlayan projeye kısa zamanda, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Rusya, Çin, Kanada’nın da içinde yer aldığı 18 ülke, birçok gönüllü kuruluş ve özel firmalar destek vermiş ve günümüzde binlerce bilim adamının çalıştığı uluslar arası bir proje halini almıştır. Bu proje Celera, IBM, Compag, Dupond, Sanger gibi dünyanın büyük şirketlerinin de katılımıyla her yıl 200 milyon dolar bütçeyle desteklenmiştir.




 Genom Projesi’nin Hedefleri:


  • Yakın zamanda elde edilen veriler, DNA bilgisinin %99'undan fazlasının, tüm insanlar için ortak olduğunu ortaya koymuştur. İnsan genomundaki bireysel farklılıklar, % 1'den azdır. Bu farklılığın, hastalık riskleri açısından araştırılması gerekmektedir.
  • Hali hazırda DNA tanısı yapılabilen alzheimer, kistik fibroziz, hemofili, akdeniz anemisi, çeşitli kanser türleri (meme, kolon, ovaryum) gibi hastalıklara ilaveten; 4000'den fazla olduğu düşünülen genetik hastalığın tanısı için test sistemlerinin oluşturulması.
  • Haritalanan genlerin, fonksiyonlarının anlaşılabilmesi: genomda fonksiyonu bilinmeyen gen dizilerine fonksiyon bulunmasına olanak veren mikrodizilim (microarray) teknolojisinin hız kazanması.
  • İnsanda gen ve gen karşılığı olmayan DNA dizilerinin anlaşılması için, farklı canlı gruplarının genom haritalarının karşılaştırılması. Hastalık yapan mikroorganizmaların genom haritalarının çıkarılması.
  • Genom bilgisinden yararlanarak, kişiye özel ilaç ve aşı geliştirilmesi, hastalık yatkınlığının ve ilaçlara olan duyarlılığının belirlenmesi.     
  • Elde edilen genom bilgilerinin kötü amaçlar için kullanılmaması, ayrımcılığa neden olmaması için, etik, sosyal ve yasal düzenlemelerin oluşturulması.
  • İnsan genom yapısının olağanüstü karmaşıklığı sebebiyle, çok güçlü işlem kapasitesine sahip bilgisayarların geliştirilmesi. 
  • "Genetik bilgiler"in, "Adli Tıp"ta kimlik teşhisi ve babalık testlerinde kullanılması.




Pax Ottomana

Pax Ottomana (Latince "Osmanlı Barışı" anlamına gelmektedir), Osmanlı İmparatorluğu topraklarındaki, dünyanın diğer bölgelerine nazaran mevcut istikrar ve düzeni tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Daha yaygın bir tabir olan Pax Romana'dan türetilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, gücünün doruğunda olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda, bütün Balkanlar'ı, Orta Doğu'yu, Kuzey Afrika'yı ve kısmen Kafkaslar'ı kapsar. Osmanlı yönetiminin ayrılmasıyla birlikte, özellikle I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı'nın ardından ve son olarak da Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra bu bölgeler toplumsal, ekonomik ve politik bir takım istikrarsızlıklar yaşadılar.

Bu sebeple, birçok modern Türk tarihçisi, Osmanlı İmparatorluğu dönemine bir bakış açısı olarak, bu ülkelerde var olduğu düşünülen, Osmanlı Yönetimine dair olumlu izlenimlerin altını çizmek için bu tabiri kullanırlar.

"Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) şüphesiz bir sistemin adıdır ve son yıllarda Roma barışı (Pax Romana) gibi çok kullanılmaya başlanmıştır. Şunu söylemek gerek ki bu bir abartma tabir değildir, yanlış da değildir. Tarihin bir döneminde, Osmanlı İmparatorluğu′nun özellikle Balkanlar ve Ortadoğu’da kendini ortaya koymasıdır. Bugün Doğu dünyasında uluslar sorunun kökleri Osmanlı devrine gidiyor. Çözümsüzlükler kadar çözüm ümidi de Osmanlı devrine gidiyor.

İstanbul’un fethi ve II. Mehmed’in (Fatih) idaresi ile Osmanlı barışının temelleri atılmıştır. Osmanlı yeni dünya şartlarına intibak eden ve uluslaşmaya geçişi sağlayan son imparatorluktur. Yerel kültürleri yok eden koloni imparatorluklarının aksine (İngilizler Hindî sınıfını, Fransızlar Mağrib Arab medeniyetini yok ettiler) Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve küçük hakları da ulus çağına taşımıştır.


Neocon

Neocon, Neoconservatism yani yeni muhafazakarlık anlamına gelen kelimedir. Neocon olarak ifade edilen grup aslında çok yakın zamanda ortaya çıkmış bir gruptur. Yeni muhafazakarlık Amerikan siyasetinde 11 eylül saldırılarından sonra orta çıkan muhafazakarlaşmayı ve kısmen agresifleşmeyi temsil eder.
Yeni muhafazakallık temelde, Amerikan dış politikasının 11 eylül saldırılarından sonra önleyici saldırı ve önleyici savaş stratejileri geliştirmesi doğrultusunda Amerikan değerlerinin küresel anlamda yayılmaya çalışılmasıdır.
Neoconlar özellikle güçlü basın organları vasıtasıyla toplumla iletişimlerini üst düzeyde tutmakta; fikirlerini, planlarını ve projelerini  halka ve ilgililere duyurur. Neoconların Amerikan sermayesi içerisinde ve aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri siyaseti içerisinde güçlü bir ağırlığı bulunmaktadır.
Neoconların genel felsefesi, Amerika Birleşik Devletleri'nin savunduğu birey özgürlüklerinin ve toplumsal hakların küresel anlamda gerekirse zorla dayatılarak dünya genelindeki bütün toplumlara yayılmasıdır.



Çinlilerin ‘’Onursuzluk Yüzyılı’’

Kalabalık nüfusu ve geniş coğrafyası ile kapitalist dünyanın iştahını kabartan Çin 19. Yüzyıl ortalarında bir anda kendisini sömürgecilerin pençeleri arasında bulmuştu. Çinliler 1839 Afyon Savaşları ile başlayan batı dünyasının “ortak” sömürgesine dönüştükleri bu dönemi  “Onursuzluk Yüzyılı” olarak adlandıracaklardır.Peki bu nasıl gerçekleşti?
Çin 19. Yüzyıla kadar tamamen dışa kapalıydı. Dış dünyada neler olup bittiğinden habersizdi ve ilgilenmiyordu. Konfüçyüsün öğretileri doğrultusunda, batı dünyasından yüksek bir ahlaki anlayış içerisinde sakin, kendi halinde yaşantısını sürdüren koca bir imparatorluktu. Çin’in dış dünya ile ilgili hesapları yoktu ama sömürgeci dünyanın Çinle ilgili büyük hesapları vardı. 
İngilizlerin o yıllarda şu meşhur atasözleri batının Çin’e bakışını gayet iyi özetlemekteydi:

“Her bir Çinli bir parmak uzun giyerse Manchester dokuma fabrikalarına yüzyıllarca yetecek bir pazar bulunur”.



19. Yüzyıla kadar Çin tek Kanton limanını batılılara açmıştı. Çin’in Avrupa pazarına çay, ipek ve porselen gibi ürünleri sattığı ancak karşılığında pek az mal aldığı kapalı ekonomik yapısı sömürgeciler için oldukça can sıkıcıydı. Sömürgecilere göre Çin ticaret özgürlüğünü engelliyordu. Çinliler bir şekilde ikna edilmeliydi.
Kirli Savaşın Kirli Nedeni ‘’Afyon Ticareti’’
Hindistan’da afyon üreten İngilizler Çin ile oluşan ticaret açıklarını kapatmak için bu ülkeye afyon satmaya başladılar. Afyonun zararlı etkilerini fak eden Çin İmparatorluğu afyon ticaretini yasaklamakta gecikmedi. İngilizler bu kez yasadışı yollardan Çin’e afyon sokmaya devam ettiler.
Çinli yetkilililer bu hiç bir insani ve ahlaki vasfı olmayan bu kaçakçılığın bir kısım dürüst olmayan batılı kişilerin işi olduğunu düşünüyorlardı. Hatta Lin adlı bir görevli Kraliçe Viktorya’ya konu ile ilgili safiyane bir anlayış ile mektup bile yazmıştı. Gerçeği görmeleri biraz acı oldu. İngilizlerin Çinlilerin ‘’ticaret özgürlüğü’’nü engellediği bahanesi ile Çin’e savaş açması meselenin bu kadar basit olmadığını onlara gösterdi. 1839-1842 yılları arasında gerçekleşen Afyon Savaşları sonunda Çin sömürgecilere boyun eğmek zorunda kaldı.
Sömürgecilerin Zaferi ‘’Nanking Antlaşması’’
Afyon Savaşları sonunda yenilen Çin, imzalanan Nanking Antlaşması ile kapılarını sömürgecilere açmak zorunda kaldı.Nanking Antlaşmasının belli başlı maddeleri şunlardı:
Hong-Kong Limanı İngilizlere bırakıldı.
Çin beş limanını (Kanton, Şanghay, Foochow, Amoy ve Ningpo) Avrupa gemi ve tüccarlarına açtı.
Bu limanlar üzerinde Çin Hükümetinin herhangi bir denetleme yetkisi olmayacak, Avrupalılar her türlü malı serbestçe getirebilecekti.
Kurulacak koloniler sadece ekonomik yönden değil, siyasi ve hukuki bakımdanda özgür olacaklardı.
Ayrıca Çin İmparatorluğu ülkesi üzerinde kara ve deniz üsleri kurulmasınada izin vermek zorunda kaldı.
Çin hükümetinin kazancı ise makul bir liman vergisi olacaktı.
Yüzlerce yıllık Çin İmparatorluğu, kağıt üzerinde bağımsızlığını korurken, aslında yarı sömürge yönetimine dönüşmüştü Nanking Antlaşması’ndan sonra yabancı tüccara açılan liman kentlerinin hemen yanında Avrupalıların yaşadığı, dükkânları, restoranları, kiliseleri, parklarıyla küçük Avrupa kentleri ya da mahalleleri oluşmakta gecikmedi.
Çin hükümetinin denetiminin dışında kalan bu bölgeler kısa sürede afyon ticareti başta olmak üzere her türlü sahtekarlığın, kalpazanlığın, kaçakçılığın, kumarhane işletmelerinin ve beyaz kadın ticareti yapan çetelerin merkezi haline dönüştü.
Çinlilerin insan onuru ve ahlak yasalarını esas alan Konfüçyüs öğretileri, batının hiçbir insani ve ahlaki değer taşımayan materyalist felsefesinin karşısında ağır yara aldı.
 Nanking Antlaşmasından sonra ilerleyen yıllarda diğer sömürgeciler ile peşpeşe antlaşmalar imzalandı. Fransa, ABD, Portekiz, Almanya, Rusya, hatta Japonya gibi akbabalar Çin’in başına üşüştü. Çin o kadar büyük bir ülkeydi ki bütün sömürgecilere eşşiz imkanlar sağlıyordu.
Misyonerlerden Çinlilere Format
Çin zorla dünya sömürgeci ekonomik sisteme entegre edilmişti. Fakat Çinlilerinde bu sisteme adaptasyonu sağlanmalı ve sömürgeci sistem kalıcı hale getirilmeliydi. İşte bu görev misyonerlere düşüyordu. Eğitim ve sağlık yoluyla günümüzün deyimi ile Çinlilerin beynine format atma çalışmaları başladı.

 ‘’20.yy başlarına gelindiğinde Çin’de Protestan misyonerlerin kurup yönettiği 2000 civarında ilkokul, 400 kadar orta öğretim ve meslek okulu, 13 üniversite bulunuyordu. Bunlar arasında Honkong Üniversitesi, Foochow Tıp Okulu, Şangkay’da St.John Universitesi, Tientzin Anglo-Chinese Koleji, Pekin’de (ABCFM) kızların da alındığı Tıp Okulu, (Sağlık Meslek Lisesi), Şantung Hıristiyan Üniversitesi sayılabilir.’’
Eğitim yolu ile batı dünyasına hayran kendi milli özelliklerinden uzaklaşmış bir nesil yetiştirilmeye çalışılırken, sağlık hizmeti ilede halka şirin gözükme çalışmaları başladı. Hıristiyanlaştırma çalışmaları ise hız kesmeden devam ediyordu.
Çinliler bu kaos ortamından yakalarını kurtarmaları hiçte kolay olmadı. Ne dersiniz Çinliler hızla gelişen ekonomileri ile günümüzde geçmişin intikamını mı alıyorlar?