27 Şubat 2016 Cumartesi

Midas Dokunuşu (Altın Dokunuş) Efsanesi

Efsaneye göre, şarap tanrısı Dionysus (Bacchus diye de bilinir), müritleriyle birlikte dağ tırmanışı yapmaktadır. Birden, akıl hocası ve sütbabası, yarı insan yarı keçi olan kır tanrısı Silenus'un kaybolduğunu fark eder. Silenus yaşlıdır ve şarap içerek sarhoş şekilde oradan oraya gezmektedir. Frigyalı köylüler, Silenus'u bularak Kral Midas'a götürürler. (Hikayenin bir başka versiyonunda ise Silenus Midas'ın gözü gibi baktığı gül bahçesinde uyuyakalmıştır.)
Kral Midas Silenus'u tanır ve ona çok misafirperver davranır. 10 gün 10 gece misafir ettikten sonra, Midas Silenus'u alır ve Lydia'da bulunan Dionysus'un yanına götürür. Dionysus, ince davranışından dolayı Midas'a istediği bir dileğini gerçekleştirme vaadinde bulunur. Midas, "Dokunduğum her şeyin altına dönmesini istiyorum" der, Dionysus da ona bu gücü verir. Midas, gücünü denemek için ilk gördüğü meşe ağacının ince bir dalına dokunur, dal anında altına döner. Ardından bir taşa dokunur, taş hemen altın olur.

Midas, ağzı kulaklarına vararak evine döner ve hizmetçilerinden bir ziyafet hazırlamalarını ister. Gelen yiyeceklerin bir bir altına dönmesi ile sevinci kursağında kalan Midas, ne kadar yanlış bir dilekte bulunduğunu anlar. Kızına dokunduğunda onun da altına dönüşünü izledikten sonra Dionysus'a koşarak bu lanetli gücü ondan geri almasını ister.  Dionysus, Midas'ın haline acıyıp ona Paktalos Irmağı'nda yıkanmasını salık verir. Midas söyleneni yapar ve oluk oluk akan altın parçalarıyla birlikte gücünü nehre verir. Eve geldiğinde, her şeyin yine eski haline döndüğünü fark eder. Kızı bile normale dönmüştür, onu kucaklar. (Efsanenin bir başka versiyonunda ise, Midas altına dönüştürdüğü kızını eski haline çeviremez ve aç gözlülüğünün bedelini çocuğunun ölümüyle ödemiş olur.) Midas, bu kötü tecrübeden sonra, sahip olduğu tüm zenginliği halkıyla paylaşmaya karar verir. Daha cömert ve daha iyiliksever bir insan haline gelir.
Paktalos Irmağı (Sart Çayı) bugün, halen çevresinde altın madenlerinin bulunduğu bir sudur. Irmakta altın oluşu Midas'ın orada yıkanmasıyla bağdaştırılır.

Aristotales'e göre ise hikaye farklı biter; Midas dokunduğu her şeyin altına dönmesi nedeniyle yemek yiyemez ve su içemez hale gelerek, açlıktan ölmüştür.
Disney, bu efsaneyi 1935'te filme çevirmiştir.
"Midas dokunuşu" ifadesi İngilizce'de "bir kimsenin kısa süre içinde çok fazla para kazanması" anlamında kullanılır. "Midas" sözcüğü ise, "gözü doymayan kimse" anlamında olarak kullanılır.

Pavor Nocturnus ( Gece Korkusu )

Çocuklarda gece uykusu esnasında görülen, korkulu rüya nedeniyle aniden bağırarak uyanma; gece kabusu.

korkulu rüya sonucunda yaşanan telaş ve korku halidir.

özellikle 8-12 yaş arası çocukların geceleri uykudan çığlık atarak korkuyla sıçrayıp uyanmalarıdır.




Kral Oedipus

Thebai Kralı Laios ile Kraliçe İokaste'nin oğulları olan Oidipus'un öyküsü Eski Yunan efsanelerinin en dokunaklısıdır. Bir kehanete göre öz oğlunun kendisini öldü­receğini öğrenen Laios, doğar doğmaz oğlu­nun ayak bileklerini delip bir kayışla ayakları­nı birbirine bağladıktan sonra onu bir dağ ya­macında ölüme terk eder. Bebeği bir çoban bularak Korint kentine götürür. Burada Kral Polybos onu evlat edinir ve ona "şiş ayaklı" anlamına gelen Oidipus adını verir.
Oidipus büyüdükten sonra aslında Poly-bos'un oğlu olmadığını öğrenir. Gerçek kimli­ğini öğrenmek için krala ne kadar yalvarırsa da yanıt alamaz. Bunun üzerine tanrı Apollon'un kehanetlerini insanlara ulaştıran Delfi Tapınağı'na gitmeye karar verir. Burada kâhin ona, babasını öldü­receğini ve annesiyle evleneceğini söyler. Oi­dipus bu haberden çok sarsılır ve bir daha Korint'e dönmemeye karar verir. Thebai'ye va­rana kadar dolaşır durur. Yolda Kral Laios'a rastlar ve aralarında çıkan kavgada, babası olduğunu bilmeden, onu öldürür. Böy­lece kehanetin ilk bölümü gerçekleşmiş olur.
Oidipus Thebai'ye vardığı zaman, yarı as­lan yarı kadın olan Sfenks'in kentin başına bela olduğunu görür. Sfenks gelen geçene "Sabahlan dört, öğleyin iki, akşamları üç ayağıyla yürüyen yaratık hangisidir?" diye sorarak bu bilmecenin yanıtını bilmeyeni öl­dürmektedir. Oidipus, "Bu yaratık insandır, çünkü çocukken emekler, büyüdüğünde dim­dik yürür, yaşlandığı zaman da bir bastona dayanır," yanıtını verir. Bu doğru yanıt üzeri­ne Sfenks orada kendini öldürür. Kendilerini Oidipus'a borçlu hisseden Thebaililer onu ülkenin kralı yaptıktan başka, eski krallarının dul karısı İokaste'yle de evlendirirler. Böyle­ce Oidipus kendi annesiyle evlenmiş ve keha­netin ikinci bölümü de gerçekleşmiş olur.
İokaste ile Oidipus aslında ana oğul olduk­larını bilmeden birlikte mutlu yaşarlar ve dört çocukları olur. Yıllar sonra Thebai'de bir salgın hastalık baş gösterir. Kenttekileri ölümden kurtarmak için ne yapılabileceğini sormak üzere kâhine bir elçi gönderilir. Kâ­hin, Laios'u öldürenin cezalandırılması gerek­tiğini söyler. Bunun üzerine Laios'u kimin öldürdüğünü araştırmaya koyulan Oidipus sonunda acı gerçeği öğrenir. İokaste dehşet içinde canına kıyar. Oidipus da bir iğneyle kendi gözlerini kör eder. Thebai'den sürül­dükten sonra, kızı Antigone'nin koluna yasla­narak kör bir dilenci gibi dolaşa dolaşa Atina yakınlarındaki Kolonos'a gelir ve orada ölür.

Flâneur

Flâneur bir kent gezginidir. En ücra köşelerine kadar metropolü arşınlar ve modern hayatın bütün görünümlerini müthiş bir aşkla gözlemler, ayıklar ve hafızasının arşivine kaydeder. Kalabalıklarda barınır, kalabalıklarla nefes alıp verir, kalabalıklarla mest olur. Tebdil-i kıyafet gezer. Kimse onu farketmez; o ise herkesi fark eder. İnsan sarrafıdır. Modern hayatın kahramanlarını o seçer. Kahramanları aynı zamanda yoldaşları olur ... Flâneur kılıktan kılığa girerken onda erimez, aksine her defasında bireyselliğini yeniden pekiştirir. Bir dedektif gibidir, kalabalığın peçelediği izleri sürer... Flâneur’ün meziyetlerini 19. yüzyılın Larousse Ansiklopedisi de takdirle kaydeder; Gözleri faltaşı gibi açı, kulağı kiriştedir. Kalabalıkları sürükleyen şeylerle ilgilenmez; derdi bambaşkadır rastgele işittiği bir laf sayesinde akla hayale gelmeyecek bir kişiliği hayat onun önüne seriverir. Tıpkı karşılaştığı safiyane bir bakışın, ressamı nicedir düşlediği bir ifadeye uyandırması veya herkese sıradan gelen bir sesin müzisyene ne zamandır aramakta olduğu armoniyi buldurması gibi. En derin düşüncelere dalmış bir filozofa bile, dışardan bir tahrik yararlı olur; fırtınaların denizi dalganalandırması gibi düşünceleri de sallanır durur... Zaten birçok dahi de hakiki birer Flâneur’dür; elbette, çalışkan, üretken birer Flâneur... Bir ressamın ya da sanatçının, işiyle en ilgisiz göründüğü zaman, çoğunlukla aslında işine en fazla daldığı zamandır. Doğal olarak aylak Flâneur’ün zamanıyla, kentin ve kalabalıkların oluşturduğu makinenin zamanı birbirlerine uymaz. Flâneur’ün zaman tasası yoktur. Flâneur’ün dünyası, ömrünü ilerleme fikrine ve maddi hesaplara feda eden burjuvanın yergisi gibidir. Burjuva, başını alamadığı mesaisinden zar zor kendine bir serbest zaman yaratır; oysa, Flâneur’ün zamanı serbesttir. Flâneur’un avare gezinmesi, zamanını uzlaşma yoluyla rasyonelleştirdiği modern iş bölümüne karşı bir gösteri yürüyüşüdür sanki.

Sinestezi

Harfleri ve rakamları renklerle bağdaştırdığınızı veya belli bir kelimeyi duyduğunuzda dilinizde bir tat oluştuğunu hayal edin. Bu durum sinestezi adlı sinirsel durumun tanımıdır. Bir duygunun özelliklerini diğer bir hisse aktarma olarak da tanımlanabilir.  Irsi olduğu düşünülmektedir. Bu kişilerde, hafıza fonksiyonları güçlenirken matematiksel ve mekansal algı fonksiyonları zayıflamaktadır. Sinestezinin, beynin sol yarım küresiyle ilgili ve hipokampüs bezine bağlı bir fonksiyon olduğu düşünülmektedir. İstatiksel olarak çok nadir rastlansa da aslında “normal” bir beyin fonksiyonudur. Her beyinde gerçekleşen bu prosesin bazı insanlarda bilinç yüzeyine yansımasından kaynaklanmaktadır.

Sinesteziyle ilgili yazılmış bilimsel roman türünde bir kitap okudum ve sanırım en keyifle soluksuz okuduğum bir kitaptı. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Ve kitaptaki 2. karakter Norwal' a yüksek ölçekte aşık oldum :) kitabı  büyük bir hızla okumamın tek sebebi onun cümlelerini merak etmemdi :)

adı geçen kitap;

Yaşam Çemberi


“Yaşam Çemberi” şematik bir anlatım,temsili ve belleksel  bir formdur .
Tibet'in "Yaşam ve Ölüm Kitabında " yer alan Moğolistan’da bir Budist manastırındaki öğrenciler Budist öğretinin “Yaşam Çemberi” üzerine yorumlar yapmaktalar. Yaşam Çemberi , öyle bir şey ki her yorumlandığında farklı felsefi kapılar açabiliyor.

  Kısaca açıklarsak, çeşitli bölümlere ayrılmıştır, ortadan kenara doǧru, bizi sonsuz yeniden oluşa hapseden üç başlıca zehir (ki bizim bu anı yaşamamızı engellerler) vardır. Bunlar cehalet,(hatalı bilgi formu), őfke ve açgözlülüktür. (reddedişin ilkeleri). Bu üç zehir, domuz, horoz ve yılan ile simgelenir.

Sonraki halkada ise,  artan ve azalan eylemlere sahip olabileceğimizi simgeler. Bu bir tarafı aydınlık, diğer tarafı karanlık iki yarım daire ile anlatılır, insanlar sırayla bir yolda ya da merdivende inip çıkarlar.

İzleyen halka, altı parçaya ayrılmıştır: İnsan olmanın düşünce biçimlerini  anlatır. Bunlar şöyledir:

1. Cehennemi varlıklar: sonsuz acı.

2. Aç hayaletler: tatminsizlik ve doyumsuz arzular.

3. Hayvansı varlıklar: atalet ve içgüdünün baskınlığı.

4. Titanlar ya da kavgacı varlıklar: güç arzusu içindeki varlıklar, zenginlik, zorla tahakküm.

5. İnsan varlıǧı (İnsan seviyesinde olanlar): Kötü ve iyi deneyimlerin dengesi, mutluluk ve acı vb gibi...

6. Gőksel varlıklar: Acıyla ilgili az  deneyimi olanlar ve para, sağlık konusunda problemi olmayanlar bu bőlüme  düşerek acı çekerler.

Çemberin dışındaki şeytan figürü, ikicillik simgesidir. Budist duyuda ego, kuruntu ile eşanlamlı, kalıcı ve ayrı, herşeyden ve herkesten baǧımsızdır.

Buda’nin işaret ettiǧi gibi, Yaşam Çemberi’nin tek çıkışı uyanış ve kişisel aydınlanmadır.

26 Şubat 2016 Cuma

Aşk Tanrısı Eros ve Psyche' nin Hikayesi

Yunan mitolojisinde aşk, arzu tanrısı olan Eros ( Roma mitolojisinde Cupid )aynı zamanda güzellik tanrıçası Afrodit'in de oğludur. Eros insanların gönlünde yaktığı aşk ateşiyle ünlüyken, sırtında taşıdığı okları insanların kalbine fırlatarak çiftleri birbirine aşık etmektedir. Eros'un attığı sivri uçlu ve parlak altından yapılmış oklar çiftleri birbirine aşık ederken, küt uçlu ve kurşundna yapılmış oklar ise kişilerde nefret hissi uyandırmaktadır. Özünde, sırtında bir çift kanadıyla ve sevda oklarıyla uçan Eros aşkın temsili tanrısıyken kendisi de bir güzele aşık olmuştur. Ölümlü bir kız olan Psyche (Psykhe), Türkçe'de ruh anlamına gelirken, üç kızkardeşten güzelliğiyle dillere destan olanıdır (Afrodit'e benzetirler).

Afrodit birgün Eros'tan Psyche'yi en çirkin adama aşık etmesi için ok fırlatmasını istemiş (kadın kıskançlığı mitolojide fazlasıyla vardır) ve Eros'ta annesini dinleyip yola koyulmuştur. Psycke fazla gururlu, kimseye aşık olmamakla övünürken Eros onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık etmek için harekete geçmiştir. Fakat Eros Psyche'yi görür görmez aşık olmuş ve onu uyuyan,sessiz bir ormanın ortasındaki saraya kaçırmıştır. 



Eros gece karanlıkta kimsenin kendisini göremeyeceği zamanlar saraya girip sevdiği kızla buluşuyordu. Kız Eros'un yüzünü merak ederken Eros ona sarayda mum ya da ışık yakılmasını yasaklamıştı. Eros, "Beni görmeden körü körüne sev, beni öğrenmeye çalışma,  olduğum gibi sev" diye Psyche'yi tembihlerken kız bunu kabul etmiş ve onu karanlıkta olduğu gibi sevmeye başlamıştır. Fakat Psyche'yi ziyarete gelen kızkardeşleri ona "çirkin ve vahşi görünüşlü olmasa kendini sana gösterir, seni bu sarayda tutmaz" demişlerdir. Aynı zamanda kardeşleri; vazonun altına bir ateş gizleyip, Eros uyuyunca ateşi vazonun  altından çıkarıp Eros'un yüzünü görmesi için akıl vermişlerdir. Aynı gece Eros sevgilisini ziyarete gelmiş ve uyurken Psyche ışığı gizlediği yerden çıkarmıştır. Gördüğü manzara ise dünyada hiçbir erkekle kıyaslanmayacak kadar fevkalade bir güzellik,yakışıklılık olmuştur. Psyche sevgilisini öpmek için eğildiğinde lambadan bir ateş parçası Eros'un omzuna damlamış ve uyanmıştır. Işığı görür görmez kaçan Eros o günden sonra ortadan kaybolmuştur. Psyche tüm dünyayı dolaşarak Eros'u aramış, bulamayınca da son çare Afrodit'in kapısına gitmiştir. Afrodit ise onu bir köle olarak çalıştırmaya başlamış, Psyche'de Eros'un geri döneceği umuduyla bu işi acıyla kabul etmiştir. Eros'un omzu iyileşince sevdiğinin kaderi değiştirmek için Olimpos'a tanrıların tanrısı Zeus'a gitmiştir. Psyche'yi oradan kurtarıp eşi olması için Zeus'a yalvarmış ve Zeus habercisi olan Hermes'e Psyche'nin getirilmesini emir vermiştir. Psyche tanrıların katına getirilince Eros'a kavuşmuş ve evlenerek mutlu bir hayat sürmeye başlamışlardır.

Batan Gemi Lusitania

RMS Lusitania, Leonard Peskett tarafından tasarlanan, John Brown & Company tarafından inşa edilen Britanyalı yolcu gemisidir.
Yolcuların hizmetine 26 Ağustos 1907'de açılan geminin ismi bugün Portekiz topraklarında olan eski Roma ili Lusitania'dan gelmektedir. Gemi 7 Mayıs 1915'te Almanya tarafından 18 dakikada batırıldı. Old Head of Kinsale, İrlanda'ya 19 km uzakta batan gemi, gemide bulunan 1959 kişiden 1198'sini öldürdü. 761 kişi kurtulurken, bu olay ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesindeki nedenlerden biridir. ABD'de orduya çağrı kampanyalarının simgesi olmuştur.

Bugün birçok tarihçi, Lusitania’nın batışının ABD’yi 1. Dünya Savaşı’na sokmak için düzenlenmiş bir komplo olduğunu, Lusitania’nın kasıtlı olarak Alman denizaltılarının yoğun olarak bulunduğu bir rotayı izlediğini düşünüyor. Kaptan William Turner’in seyir halindeki geminin hızını düşürerek Alman denizaltıları için çok kolay bir hedef haline getirmesi ya da 2. torpilden sonra çok büyük bir patlamanın meydana gelmesi gibi diğer etkenlerde tüm bu komplo teorilerini destekliyor. Bugün artık biliyoruz ki, Lusitania gibi devasa bir geminin yalnızca 18 dakika içinde sulara gömülmesine Alman torpidoları değil, Lusitania’nın ambarlarındaki 8200 sandık cephane ve savaş malzemesinin 2. torpidodan sonra patlaması neden olmuştur.

Lusitania’nın enkazı bugün Güney İrlanda’nın 18 km açığında Old Head of Kinsale fenerinin yakınında yaklaşık 90 metre derinlikte yatmaktadır. Enkazı, 1935 yılında kurtarma gemisi Ophir bulmuş ve Jim Gerret adındaki bir dalgıç, batışından sonra Lusitania’ya ulaşan ilk insan olmuştur.



Émile Nelligan

1879-1941 yılları arasında yaşamış (quebec) kanadalı şair. Lanetli şairler kuşağındandır. Fransızca şiirler yazar. Şiirlerinde temalar genellikle; çocukluk, delilik, müzik, aşk ve ölüm üzerinedir.

19 yaşında aklını yitirdi ve 41 yaşına kadar bir akıl hastanesinde kaldı. yazdığı hiçbir şiiri yayımlamadı ve yayımcıları "kan emici vampirler" olarak tanımladı. ölümünden sonra bazı şiirleri dostları tarafından derlendi.


Doppelganger Olgusu

** Almanca çift-gezer anlamında bir kelime olup (doppelgänger) bir kisiye aşırı derecede benzeyen kanlı canlı bir başkası anlamında kullanıldığı gibi, kişinin gördüğü ve şizofrenisine delalet eden kendisine aynen benzeyen hortlak anlamında da kullanılır. edgar allan poe'nun william wilson hikayesi buna örnektir.

** yaşayan bir kişinin eş ruhunu taşıdığı düşünülen ve yalnız o kişiye görünen hayalet.

** tam olarak türkçe karşılığı bulunmayan, ingilizce'ye de almanca'dan geçmiş olan "kötü ruhlu hayali ikiz" diye tanımlayabileceğimiz bir kelime. freud'un alter ego * diye tabir ettiği şey.

** çizgi filmlerde karakterimizin sol omzunda belirip kötü kötü fikirler sunan karanlık adamcıktan farklı olarak doppelganger, zaman zaman beliren değil her zaman olan ama aslında hiç olmayan bir kişilik, bir gölgedir. bu ikinci benliğin sadece kişinin kendisine göründüğü söylenir. kendi kendine konuşan birini gördüğünüzde biliniz ki o aslında doppelgangerı ile konuşuyor olabilir. şizofreni belirtisidir. fazla düşünüldüğünde insanı korkutmakla kalmayıp her yerde ikinci benliğini aramasına sebep olabilir. fakat kendisi çağırmakla gelmez, sadece istediği zaman görünür. ölümün habercisi olarak da bilinir.



Kahkahaların Azizi Saint Lawrence

MS 258 yılında Roma Valisi, Hıristiyan Aziz Lawrence‘ın kilisenin tüm mal varlığını teslim etmesini emretti. Aziz Lawrence, açgözlü Roma görevlisine parayı teslim etmek yerine tamamını yoksullara dağıttı.

Roma valisi bu asi hareketi cezalandırmak için Aziz Lawrence’ın bir ızgara üzerinde canlı olarak pişirilmesini emretti. Izgara üzerinde pişirilirken Aziz Lawrence neşeyle “bu tarafım iyi pişti, artık beni çevirebilirsiniz” demişti.

Bugün St Lawrence aşçı ve şeflerin koruyucu azizi olarak kabul edilmektedir.




21 Şubat 2016 Pazar

Kayakla atlama

Kayakla uzun atlama dik bir rampadan aşağı kayarak havalanmayı, mümkün olduğu kadar yükseğe ulaşarak düşüşe geçip, düşmeden önce yumuşak bir biçimde en uzak noktaya ulaşarak inmeyi amaçlayan kayak sporudur. Erkekler ve kadınlarda olmak üzere 2 kategoride yarışlar yapılır.


Çok popüler bir spor dalıdır. Olimpiyat oyunlarının resmi sporudur. Seyir zevki çok yüksektir. Bu spor dalının en iyileri, havada süzülürken yatay duruşlarına ve sinirlerine kayakları yere değene kadar hakim olabilen sporculardır.

Genellikle erkeklerin egemenliğindeki bu sporda, yarışçılar sadece uzun atlayışlar için değil, kalkış, uçuş ve inişler için de rekabet halindedirler.

İnsanlık tarihi kadar eski bir spor dalı olan Kayak sporunun tarihçesi yaklaşık 5000 yıl öncesine dayanır.
İlk defa özellikle İskandinav ülkelerinde ulaşım aracı olarak kullanılan kayak; 15. yüzyıldan itibaren askeri
amaçla kullanılmaya başlanmış ve zaman içinde gelişerek 1860’lı yıllardan itibaren bir spor aracı olarak benimsenmiştir. 
Kuzey Disiplini ise Kayak sporunun bir dalı olarak en eski kış sporu olarak bilinmektedir. Doğum yeri Norveç ve İskandinav ülkeleri olan Kuzey Disiplini; dayanıklılığı ölçen zorlu bir yarışma olup Kros, Kayakla Atlama, Kombine ve Biatlon branşlarını kapsar. 

Kuzey Disiplini branşlarından Kayakla Atlama; farklı ebatlardaki rampalardan aşağı kaymayı, havalanmayı, mümkün olduğunca ileriye atlamayı ve ardından düşmeden yumuşak bir biçimde en uzak noktaya konmayı içeren gösterişli bir spordur. 

Bu sporda en iyi olanlar, havada süzülürken yatay duruşlarını ve aerodinamik pozisyonunu kayakları yere değene kadar koruyabilenlerdir. Kayakla Atlama; izlemesi çok zevkli ama yapılması bir o kadar zor bir spordur. Sporcu, rampanın ucundan büyük bir hızla çıktıktan sonra havada uzun bir mesafe kat etmeye çalışır. Çok riskli bir spor olarak bilinmesine karşın; 2010 Kış Olimpiyat Oyunlarında yaralanma riski en düşük olan branşlar arasında olduğu belirtilmiştir.

Kayakla Atlama Pisti

Normal Tepe K95
Atlayış noktası ile iniş noktası arasında yaklaşık 90 m'lik bir mesafe vardır. K95 Atlama Tepesinin deniz seviyesine oranla en yüksek noktası 1995,23 m ve en alçak noktası 1902 m'dir.

Büyük Tepe K125
Atlayış noktası ile iniş noktası arasında yaklaşık 120 m'lik bir mesafe vardır. K125 Atlama Tepesinin deniz seviyesine göre en yüksek tepesi 1995,10m ve en alçak noktası ise 1902 m'dir.

Rampalarda Bulunan Noktalar

Başlama noktası
Koşu platformu
Atlama platformu

İniş noktası

Teknik Hareket Çeşitleri
Yüksek derecede çabuk kuvvet bileşeni ile teknik bir disiplin olan kayakla atlama; aşağıdaki  bölümlerden oluşur :

1. Rampadan Kayma (İnrun)
2. Rampadan Ayrılma (Take-Off)
3. Uçuş (Flying)
4. Yere Konma (Landing)

5. Duruş ve Çıkış (Outrun)

Kayakla Atlama ve Kuralları

Dik eğimli bir rampadan kayıp hızlanarak en uzak noktaya ulaşma amaçlı yapılan atlama yarışlarıdır. Yarışmacı rampanın ucundan büyük bir hızla fırladıktan sonra havada uzun bir yol almaya çalışır. Olimpiyatlar ve dünya şampiyonalarında yarışmalar 90 ve 120 m atlayışları olarak 2 katagoride yapılmaktadır.

Atlama pistlerinde yarışmacıların inmeleri gereken noktaya norm noktası (P) denir. Norm noktası Tablo Noktasına kadar uzatılabilir. İnişlerin güvenli olarak yapılabilmesi için bırakılan boş alan Kritik Bölge noktası olarak adlandırılır.
Norm Noktası 80 m'nin üstünde olan tepelerde, kayma ve rüzgar hızını ölçen cihazlar bulunmaktadır. Norm noktası pistin iniş bölümünün iki yanına yerleştirilen 2 m uzunluğunda mavi renkte 2 tahta, tablo noktası eş biçimde yeşil renkte 2 tahta, kritik noktada kırmızı renkte 2 tahta ile belirlenir.
Çıkış kapısından tramplenin dibinde bulunan, tramplen sehpasına kadar olan alan hızlanma bölümü adını alır.
Atlamada kullanılan kayaklar uzun, kalın ve ağırdır. Dengenin rahat sağlanabilmesi için kayakların altında 3 adet oyuk şeklinde kanal bulunur.

Yarışlar 4 grup halinde yapılır. Her yarışmacının 2 atlama hakkı vardır. Bu 2 atlayışın dışında, yarışmacı bir de deneme atlayışı yapar.
Yarışmacı, yarışmaya başlarken çıkışını yaptıktan sonra gerekli hıza ulaşabilmek için, hızlanma bölgesinde hafifçe çömelerek, baton veya hız artırıcı araçlar kullanmadan kayar. Sporcu kayarak atlama noktasına geldiği zaman, yukarıya doğru fırlayarak uçuşa geçer. Atlama kayaklarının geniş olmasından dolayı havaya dayanmak kolaylaşır. Havadayken dengenin sağlanması açısından kayakların durumu, vücudun kayak ile yaptığı açı ve duruşu, kolların duruş şekli çok önemlidir.

Havadayken kayaklar birbirine paralel ve yukarı doğru hafif eğimli, vücut öne eğik, dizler dik, kollar gergin ve vücuda yapışık olmalıdır. İniş, esnek bir biçimde tepenin eğimli bölümünde dik bir duruşla, dizler bükülüp, kollar açılarak yapılır. İniş alanındaki eğimin sona ermesiyle birlikte yarışmacı bir dönüş yaparak durur. Atlayış böylece tamamlanmış olur.

Kayakla Atlama Puanlama Usulü

Puanlar tam ve yarım puan şeklindedir. Teknik puanlar yarışmacının kayma pistinden ayrılması ile yere düştükten sonra durmasına kadar geçen sürede dengesine, soğukkanlılığına, stilin ve atlayışın düzgünlüğüne bakılarak verilir. Yarışmacının inişten sonra dengeli olarak kaymasına ayakta atlayış denir.
Ayakta atlayış sitiline 6-20 puan verilir. Uluslar arası yarışmalarda atlayışları hakemler kulesinden 5 hakem değerlendirir. Değerlendirmelerin sonuçları için 5 hakemin verdikleri puanların en yükseği ile en düşüğü atılır ortadaki 3 hakemin verdiği puanlar toplanır ve uçuş stili için verilen puan bulunur. Toplam puanı en yüksek olan sporcu 1. olur.
Yarışmacıların atlayış sırasında yapmış oldukları hatalar sonucu, hatanın çeşidine göre, değişik oranlarda puan kesilir.
Uçus sırasında yapılan hataların hemen düzeltilmesi halinde daha az puan kesilir. Yarışmacılar atlamadan önce düşerlerse 20 puan, inişten sonra düşerlerse düştüğü yere göre 0-12 arasında puan kaybederler. Ayakta atlayışa geçileceği (inişten sonra kayılacağı) zaman denge sağlamak için eller kayaklara ya da zemine, yani kara değdirilirse, bu durum düşme olarak kabul edilir. Kayakçının neden olmadığı düşmelerde ise atlama tekrar ettirilir veya iniş hatasız olarak nitelendirilir.

Yarışmacının minimum ve maksimum havada kalma süresini artırmak için kayaklarını, el hareketlerini düzgün kullanması gerekmektedir.


19 Şubat 2016 Cuma

Şehrazad ve Şehriyar

 Fars kralı Şah Şehriyar Hindistan ile Çin arasındaki bir adada hüküm sürer. Şehriyar karısının kendisini aldattığını öğrenir ve öfkelenir, tüm kadınların sadakatsiz, nankör olduğuna inanmaya başlar. Önce karısını öldürtür, sonra da vezirine her gece kendisine yeni bir hanım bulmasını emreder. Her gece yeni bir gelin alan Şehriyar, geceyi hanımıyla geçirdikten sonra tan vakti hanımını idam ettirir. Bir süre bu böyle devam eder. Vezirin akıllı kızı Şehrazad bu kötü gidişata son vermek için bir plan kurar ve Şehriyar'ın bir sonraki eşi olmaya aday olur. Evlendikleri geceden başlayarak, kardeşi Dünyazad'ın hikâye dinlemeden uyuyamadığını söyler ve hergece Dünyazad'ın da yardımıyla çok güzel ve heyecanlı hikâyeler anlatmaya başlar ama tam şafak vakti geldiğinde, hikâyenin en heyecanlı yerinde, hikâyeyi anlatmayı keser. Hikâyenin sonunu merak eden Şehriyar, Şehrazad'ın hikâyeye ertesi gece devam edebilmesi için, o gecelik Şehrazad'ın idamını erteler. Her gece bir önceki masalın devamını anlatıp yeni bir hikâyeye başlar ve yine tam tan vakti hikâyenin en heyecanlı yerinde anlatmayı bırakır. Kitabın sonuna kadar yer alan hikâyeler, Şehrazad'ın Şehriyar'a anlattığı hikâyelerdir. Sona gelindiğinde, Şehrazad üç erkek çocuğu doğurmuştur ve evliliklerinden uzunca bir süre geçmiştir. Kralın kadınlara olan öfkesi ve kötü düşünceleri dinmiş, Şehrazad'ın sadakatine inanmıştır.

"Binbir gece Masalları adıyla bildiğimiz derlemeyi oluşturan masallar,öykü anlatıcılığı tarihindeki kurmaca yapıtların en güçlü ve etkili örneklerinden.Şehrazat'ın binbir gece boyunca Hükümdar Şehriyar'a anlattığı masallar arasında "Sinbad", "Aladdin" ve "Ali Baba ve Kırk Haramiler" gibi bu türün başlıca örneklerinden sayılacak öyküler yer alıyor. Binbir Gece Masalları'nda öyküleme sanatı,cinsellik ve ölüm arasında,alttan alta kurulan üretken bir bağ var.Bu bağ,o tarihlerden bu yana kurgusal dizaynının beslediği köklerde varlığını aynen koruyor.


6 Şubat 2016 Cumartesi

İzlediğim ve Tesirinde Kaldığım Filmler


Gözü Tamamen Kapalı

Bill Harford ve karısı Alice Harford'ın dış dünyaya mutlu bir yansıyan bir evlilikleri vardır. İlişkilerinde her şey yolunda gibi görünmektedir. Bir gün katıldıkları bir davette Alice, başka erkeklerle sohbetlere dalar. Bunu fark eden Bill, hem sinirlenir hem de yaşanan bu duruma tuhaf bir tepki gösterir. Bill, yaşanan o geceden sonra kimliğini cinselliğe emanet edecektir. Oldukça tuhaf düşüncelerle örülü bir cinsellik dünyasına doğru savrulacaktır.
Sinemanın gelmiş geçmiş en büyük ustalarından Stanley Kubrick'in sinemaya veda filmi olan Eyes Wide Shut'ın başrollerinde filmin çekildiği dönemde evli olan Tom Cruise ve Nicole Kidman rol alıyorlar.

Muhteşem bir filmdi. 2 saat 39 dk lık bir film ama asla sıkılmak ve filmden kopmak yok bilakis bitmesine üzüleceksiniz:)
hatta filmden sonra yönetmen Stanley Kubrick' in ölümünü yaşamını vs. araştırıyor olacaksınız!



Casuslar Köprüsü
Casuslar Köprüsü, Steven Spielberg tarafından yönetilen, senaryosu Matt Charman ile Ethan Coen ve Joel Coen tarafından yazılan, 2015 yapımı Amerikan tarihi drama-gerilim filmi. Filmde Tom Hanks, Mark Rylance, Amy Ryan, ve Alan Alda gibi yıldızlar oynuyor. Film avukat James B. Donovan'ın 1960'da ki U-2 krizinde yaşadığı hikayeyi anlatmaktadır.

Fim bence çok güzel tavsiye ederim. Ve Tom Hanks yine oldukça hatta çok çok başarılı!
Marslı

Mars gezegenine astronotların gönderildiği bir görevde, Mark Watney (Matt Damon) isimli astronot şiddetli bir fırtına sonrası öldü sanılarak ekibi tarafından terk edilir. Fakat Watney hayattadır ve kendisini Mars’ta yapayalnız bulur. Elindeki sınırlı olanaklarla, zekasını ve dayanıklılığını kullanarak dünyaya yaşadığına dair bir sinyal göndermeye çalışır. Milyonlarca mil uzakta NASA ve uluslararası bilim adamı durmaksızın bu ‘Marslı’nın eve dönmesi için uğraşırken, ekip arkadaşları da cesur bir kararla kurtarma operasyonunda yer alırlar. Dünya Watney’nin güvenli bir şekilde geri dönmesi için kenetlenir.

muhteşem güzeldi :) bence kesinlikle izleyin!


Ölümcül Oyun

Çok satan dedektif romanları ile ünlenmiş yaşlı milyoner yazar Andrew Wyke (Michael Caine) şehir dışındaki yüksek teknoloji ile donatılmış lüks malikanesinde yalnızdır. Karısı Maggie onu kendinden daha genç, Milo Tindle (Jude Law) adında işsiz bir oyuncu için terketmiştir. Genç, zeki ve hırslı bir insan olan Milo Tindle, Andrew Wyke'ın daveti üzerine malikaneye gelir. Tindle'ın amacı Wyke'ı boşanma kâğıtlarını bir an önce imzalamaya ikna etmektir. Ancak Wyke karısının yeni aşığı ile oyun oynamak niyetindedir. İkisi arasında zekaların çarpıştığı kıyasıya bir mücadele başlar.

çok güzelmiş yahu ben çok sevdim :)



Kimlik 

Orjinal adı İdentity olan 2003 yılı yapımı james mangold filmi.
Kurgusu gerçekten çok güzel. Çok kişilikli bir katilin konu edildiği filmde başrolde john cusack var.
bir grup insan ve onların yollarının kesişmesi sonucunda hepsi bir otelde buluşuyorlar.bundan sonra olaylar başlıyor.peki bu buluşma tesadüf mü?

filme bayıldım!



Cinayet Gecesi 

Los Angeles’ta yaşayan ve son derece akıllı, zengin ve titiz bir mühendis olan Ted Crawford bir gün karısının kendisini aldattığını öğrenir ve onu öldürür. Bu cinayetin hemen ardından da polisi arar ve bildirir. Polis olay yerine geldiğinde şok olur çünkü yerde ölü yatan kadın, polisin sevgilisidir. Willy, Crawford’a avukat olarak atanır. Willy’nin başarılı bir kariyeri vardır. Başta basit gibi görünen bu davanın altında ise farklı sırlar gizlidir. Her şeyden önce cinayetin işlendiği silah Crawford’a ait değildir. Zaman içinde dava ilerledikçe labirent misali gizemli olaylar silsilesi ortaya çıkacaktır. Filmin ilk dikkat çeken ismi ise Anthony Hopkins.

filme bayıldım!

Okuyucu

II. Dünya Savaşı sonrası, 1958 yılında Almanya'da, 15 yaşındaki Michael Berg (David Kross) hastalanır ve yoldan geçmekte olan 36 yaşındaki Hanna Schmitz (Kate Winslet) ona yardım eder. Genç, bu kadına teşekkür etmek için evine gider ve ilişkilerinin yönü hızlıca değişir, yaş farkını aldırmaksızın birlikte olmaya başlarlar. Artık her okul çıkışı Michael, Hanna'yı rutin olarak ziyaret eder. Zamanla, Hanna çocuktan ona kitap okumasını ister ve Michael onu aklından çıkaramayacak duruma gelir. Tramvayda bilet kesen Hanna, ofiste çalışmak üzere terfi eder ve Michael'dan habersiz ortadan kaybolur. 8 yıl sonra 1966'da, Michael artık bir hukuk öğrencisidir ve profesörü ile sınıf arkadaşlarıyla birlikte mahkemeye giderler ve duruşma esnasında II. Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında 300 Yahudi kadının bir kilisede yanarak ölmesine izin vermekten yargılanan ve 8 yıldır ortaya çıkmayan Hanna'yı görür. Duruşmaya yangından yalnızca annesiyle birlikte kurtulabilen Ilana Mather katılır ve bu zulmü yaşatan tüm gardiyanları açıklar. Yalnızca Hanna'nın ilk başlarda daha insancıl gözüktüğünden, onun özellikle hastalanan kızlara yardım ettiğinden ve onları yanına çağırarak kitap okutturduğundan bahseder. Ama bu Hanna'nın suçsuz olduğu anlamına gelmez ve diğer kadın gardiyanların duruşma sırasında, bu işteki yöneticinin Hanna olduğu iftiraları üzerine hakim onun elyazısını ister ve önüne gelen kağıda baktıktan sonra suçu üstlenir, ömür boyu hapse mahkûm olur. Michael, Hanna'nın sırrını o sırada geçmişlerini düşünerek çözer ama onu savunamaz çünkü onun ömür boyu hapsi göze almasına neden olan sırrını açıklamış olacaktır. Bu sır Hanna'nın okuma yazma bilmiyor oluşudur. Bu Hanna için o kadar büyük bir utançdır ki uğruna katil damgası yemeyi göze alır. Hapisteki uzun yıllar boyunca Michael Berg (Ralph Fiennes) önceden ona okuduğu kitapları okuyarak kasetlere kaydeder, Hanna'ya gönderir ve zamanla onun büyük utancından kurtulmasına yardımcı olur. 1988 yılında hapishane görevlisinden gelen telefon üzerine Michael, bir zamanlar tutkuyla bağlandığı kendinden yaşça büyük olan ve artık tahliye olan Hanna'ya sahip çıkmak için onu almaya gider. Aralarında geçen etkili konuşmada Hanna utancını yendiğini, okumayı öğrendiğini itiraf eder. Sonraki hafta Michael geldiğinde ise Hanna canına kıymış ve geriye yangından kurtulan kıza verilmek üzere yıllarca biriktirdiği parayı eski bir kutu içinde bırakmıştır. Bu emanetlerle Amerika'da Ilana'ya gider ve kutuyu sahibine teslim ettikten sonra parayı edebiyatla uğraşan bir Yahudi kurumuna bağışlar. Film tekrar 1995 yılına döndüğünde Michael kızını Hanna'nın mezarına götürür ve tüm hikayeyi anlatmaya koyulur.

filme bayıldım!

Kadın Aklı Erkek Aklı

Abby, bekârlığı dışında her soruna anında çözüm bulabilen bir TV programı yapımcısıdır. Reytingleri düşüş gösterince, işe yeni alınmış Mike’la ekip olmak zorunda kalır. Erkekler hakkında ipuçları vermekte olan bölümünün reytinglerdeki ani artışı, Mike’ın yerini garantiler. Abby, bekâr komşusu Colin’le tanıştığında ise doğru hamleleri yapmak için Mike’ın görüşlerine ihtiyacı olduğunu anlar fakat işler daha sonra değişir ve Abby Mike 'a aşık olur.

çok şeker bir film sevdim :)

Parfüm

Jean Baptiste Grenouille, 18.yy da Paris’te dünyaya gelmiş olup, son derece değişik bir karakterdir. Her türlü kokuya karşı sıra dışı bir algısı vardır. Duyarlılığı çok yüksektir. Öte yandan diğer duyuları aksine gelişmemiştir. Arzu ettiği kokulara sahip olmak uğrunda her şeyi yapmaya hazırdır. Buna insan öldürmek de dahil. Bir gün kendine ait bir ten kokusunun olmadığını fark eder. Bu durumda tek çare vardır. Ona insan kokusu gerekir. Yeni baştan yaratacağı bir insan kokusu. Bunu elde etmek için de insanlara gereksinimi vardır. Patrick Süskind’in aynı adlı romanından uyarlanan film, koku ile var olabilen Jean Baptiste’in trajedisini anlatmaktadır.

Bence oldukça başarılı bir filmdi çok beğendim!


Kontes

Kontes Bathory, henüz on dördündeyken bir Lord ile evlendirimiştir. Hikayede, kendisi erkeklerin dünyasında bir başkaldıran rolündedir. Bir davet esnasında kendisinden genç bir adam olan Istvan ile aşkı duyumsar. Ancak Istvan’ın babası bu işe engel olmak ister. Kontesin yaşının büyük olması nedeni ile oğlunun asla mutlu olamayacağını iddia eder. Bunun üzerine Kontes de bakirelerin kanı ile yıkanmakla genç kalacağına inanmak gibi bir noktaya gelir. Yalnız bu yolda saplantılı bir ruha bürünen Kontes aslında bir oyunun içine düştüğünün farkında değildir. Oyunun arkasında ise yine Istvan’ın babası vardır. Efsaneye göre 650 genç kıza işkence yaparak onların kanı ile yıkanan Kanlı Kontes diye tanınan Macar Kontesi Elizabeth Bathory’nin hikayesidir.

çok beğendim!

Kara Büyü

Los Angeles'ta hırslı bir bankacı olan Christine Brown hem iş hem de özel yaşamında çok mutludur. Bir profesör olan erkek arkadaşı ile huzurlu bir hayat yaşayan Christine'ın rahatı gizemli bir banka müşterisi tarafından bozulur. Mrs. Ganush isimli bu tuhaf yaşlı kadın, evi için girdiği borcun tarihini uzatmak için Christine'in yardımına başvurur. Ancak Christine patronunun gözüne girebilmek için, zor durumda olan kadını reddeder. Hüsrana uğramış yaşlı kadının Christine için düşündüğü bir intikam planı vardır: Genç kadını en korkunç kara büyülerden biriyle lanetler. Christine'in hayatı peşine dolanmış kötü ruhla tam bir cehenneme dönecektir.

İzlediğim zaman çok beğenmiştim :) bence güzel..


Yedi

Bir seri katil 7 ölümcül günahı işleyenleri kendi yöntemleriyle öldürmektedir. Yedi Ölümcül Günah, Hristiyanlık inançlarına göre Kibir, Açgözlülük, Şehvet Düşkünlüğü,Kıskançlık, Oburluk,Yıkıcılık ve Tembellik'tir. İki polis dedektifi bu seri katilin peşindedir.

Muhteşem bir Film! Morgan Freeman' a hastayım zaten !





Hannibal

Dr. Hannibal Lecter'ın çaylak FBI ajanı Clarice Starling'in büyük hatası sonucu hücresinden kaçışının üzerinden yedi yıl geçmiştir. Dr. Lecter, bu kaçışının ardından Floransa'ya gidip yerleşmiş hayatın tadını çıkarmaktadır; fakat Clarice Starling hala Dr. Lecter ile yedi yıl önce en yüksek güvenlik önlemlerinin olduğu tehlikeli deliler koğuşunda yaptığı görüşmeyi unutmamıştır. Dr. Lecter'ı unutmayan biri daha vardır: Mason Verger. Dr. Lecter'ın eski bir kurbanı olan Mason Verger onun elinden güçlükle kurtulmuştur. Verger domuz besiciliğiyle kendine bir imparatorluk yaratmıştır ve de Dr. Lecter'dan intikam alma duygusuyla yanıp tutuşmaktadır. Dr. Lecter yüzünden bir soluk makinesine bağlı yaşamak zorunda kalan Verger'in zenginliği sayesinde elinde çok geniş imkanlar vardır ve kendi kurduğu dünyada en ufak bir hareketi bile hissetmektedir. Mason Verger sonunda Dr. Lecter'ı nasıl tuzağa düşüreceğini bulur. Dr.Lecter'a onun için dünyanın en değerli ve en zarif yemini sunacaktır. Verger'in bu yemi Dr. Lecter'a sunmasında Clarice Starling'i kendinde bir saplantı haline getiren FBI başmüfettiş yardımcısı Paul Krendler da ona yardım edecektir.

Anthony Hopkins hastasıyım mükemmel bir filmdi ve bence bu adamın olduğu her film mükemmel!


Anestezi

Clay (Hayden Christensen) geçirdiği açık kalp ameliyatı sırasında "anestezik farkındalık" adı verilen durumu yaşamaktadır.Yani olup bitenin tamamen farkında olacak şekilde uyanıktır, operasyonu tüm acısıyla hissedebiliyordur ancak yine anestezinin etkisiyle vücudu hiçbir şeye tepki gösteremeyecek şekilde paralize olduğundan, ameliyat ekibinin bundan haberi yoktur. Clay'in genç karısı Sam (Jessica Alba) ameliyat sırasında Clay' i ölüme terk ederken, Clay'de kendi zihni içinde bir yolculuğa çıkar.

çok severek izlediğim bir filmdi ve uzun yıllar ameliyat fobisi yaşadım :)


Diriliş

Hugh Glass kürkleri için hayvanları avlayan bir kuruluş için çalışan deneyimli bir tuzakçıdır. Fakat avlandıkları bölgelerde kendilerinden başka hem yerli Kızılderililer hem de Fransız birlikleri kol gezmektedir. Bir av ertesinde bir boz ayı tarafından ölümcül bir biçimde yaralanan Glass'ı, yavaşlamamak adına ekibi ölüme terk eder. Fakat bölgeyi herkesten iyi bilen avcı Glass hayata tutunur ve yavaş da olsa yaraları iyileşir. Zira yaşama tutunması için oldukça geçerli bir sebebi vardır...

Oscar ödüllü yönetmen Alejandro G. Iñárritu efsanevi Hugh Glass’i Diriliş filmiyle ile beyazperdeye taşıyor. 19. Yüzyıl Amerika sınırında yaşanan destansı hayatta kalma mücadelesini konu alan Diriliş, seyirciyi 1823 Amerika’sının benzersiz güzelliğine, gizemine ve tehlikesine çekiyor. Film sadece hayatın değil, onurun, adaletin, inancın, yuvanın ve ailenin içgüdüsünü keşfediyor.

muazzam bir filmdi bayıldım!


Soraya’yı Taşlamak

Freidoune bir gazetecidir. Arabası bozulduğu için durduğu küçük bir köyde Zahra ile tanışır. Mütedeyyin insanların çoğunlukla yaşadığı bu köyün sakinlerinden Zahra, Freidoune'un peşini bırakmaz. Çünkü onun bir basın görevlisi olduğunu anlamıştır ve Zahra, onunla konuşabilmek için ısrarla peşine takılır. Yeğeni Soraya bir gün önce aynı köyde yaşadığı insanlar tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, bunun köyün sırlarının arasına gömülmemesi için elinden geleni yapmaya kararlıdır. Tek umudu da bu gazetecinin elindedir, dinlemeli ve bu küçücük köyün büyük günahını tüm dünyaya anlatmalıdır.
                                 ******                                ******
öyle kolayca izlenecek bir film değil inanılmaz kötü bir etki bıraktı üzerimde çünkü o taşlayarak öldürme sahnesini birebir yaşatan bir film ve halen günümüzde geri kalmış müslüman ülkelerde bu tarz bir vahşetin şu zamanda bile yaşanıyor olması berbat bir korku o yüzden filmin tesiri hala sürüyor bende!


Çöl Çiçeği

Üç yaşındayken Somali’deki kabilesinde sünnet edilen, 13′ünde evlendirilen, nihayet Afrika’dan kaçıp en sonunda Amerika’da süpermodel olan ve bugün BM adına kadın sünnetine karşı faaliyet gösteren bir kadının azim dolu hikayesi bu.

Filmde gerçek sünnet sahneleri var ben izlerken kendimden geçtim gayet berbat bir his bırakan film!
bir arkadaş vardı kulakları çınlasın :) derdi ki dünyanın en ... ülkesinde yaşıyoruz diye ama yok yok şekerim :) bu ülkeleri gördükçe bin şükür diyorum!
Filmin ağır etkisi var bilginize!



Sherlock Holmes

Arthur Conan Doyle'un efsane dedektif karakteri Sherlock Holmes’ün modern tekniklerle hazırlanmış bu filminin konusu şöyle ilerliyor: Dövüş tekniklerini, efsanevi zekası gibi silah olarak kullanan Holmes ve ortağı Watson, yine şaşırtıcı biçimde zeka unsurları içeren bir senaryoda, ülkesini yokedebilecek bir tehlikeye karşı savaşma kararı alırlar. Holmes’un vazgeçilmez belalı aşkı Irene Adler de senaryo içinde yine boy gösteriyor.

Hatırası var :) o yüzden çok severek izledim zaten filmde çok egzantrikti yahu :)



Pi'nin Yaşamı

Ülkelerinden ayrılan ve beraberlerinde hayvanat bahçesindeki hayvanlarını da götüren Pi ve ailesi gemi yolculuğu yaparken fırtınaya yakalanırlar ve bindikleri gemi batar. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine kurban gitmez.  Pi bir filikanın içinde  denizde 227 gün hayatta kalma mücadelesi verir. Ve sonunda kurtulur.

ayyy çok güzel bir filmmm çok sevdim :)

Hobbit

Hobbit, J. R. R. Tolkien'in bir kitabı. Orta Dünya üzerine yazılmış olan kitap Bilbo Baggins ve başından geçen maceraları konu almaktadır. Kitapta Bilbo Baggins'in Gandalf tarafından hiç beklemediği bir anda evine gelen 13 cüce ile değişen hayatı, Orta Dünya'nın kaderini değiştirecek olan Tek Yüzük'ün bulunuşu, ulu ejder Smaug'un öldürülüşü ve kadim cüce kenti Erebor'un kurtuluşu anlatılmaktadır. Yüzüklerin Efendisi serisinin başlangıç kitabı niteliğinde olan bu romanda Tek Yüzük'ün yanı sıra Bilbo'nun Frodo'ya verdiği parlayan elf kılıcı ve güçlü, cüce yapımı bir zırh olan Mythril'ı da nasıl ele geçirdiği anlatılır. Bu eşyalar Frodo'nun hayatını kurtaracaktır.

                                         Bu listede en sevdiğim film serisi :) sevdirene bak :P



Eşkıya

35 yıl önce Cudi dağlarında bir grup eşkiya yakalandı ve hapse atıldı. Yıllar içinde kimi hastalıktan, kimi hesaplaşma sonucu öldü. Biri hariç... 35 yıl sonra Hapisten çıkınca Baran’ ın ilk işi köyüne dönmek olur. Yıllar önce hapse girmesine en yakın arkadaşının sebep olduğunu öğrenir. Bu en yakın arkadaşı onun çocukluk aşkını alarak İstanbul’ a gitmiştir. Baran da onu bulmak üzere İstanbul’un yolunu tutar.

film tabiki efsane :) hepimiz bir keje olmak istemişizdir dimi kızlar :)


Babam ve Oğlum

Sadık, Ege'deki çiftlikten ,üniversitede gazetecilik eğitimi için ayrılmıştır. Oysa babası Hüseyin, onun ziraat mühendisliği okuyup çiftliğin idaresini eline almasını istemektedir. Sadık, daha üniversite yıllarında politikayla aktif olarak ilgilenir. Bunu öğrenen babası Hüseyin, oğlunu evlatlıktan reddeder. 70'li yıllarda birçok siyasi olaya karışan Sadık'ı daha zor günler beklemektedir. 1980 yılının 12 Eylül günü sabah erken saatlerde karısının doğum sancılarının tutmasıyla dışarı fırlayan çift, hastaneye gitmek için araç bulamazlar, çünkü ülkede askeri darbe gerçekleşmektedir. Sadık'ın karısı, doğum esnasında hayatını kaybeder ama küçük Deniz hayattadır. Gördüğü işkence ve yattığı hapisten sonra sağlığı bozulan Sadık, hastalığının ölümcül olduğunu anladığında Deniz'i Ege'deki çiftliğe, annesinin ve konuşmadığı babasının yanına götürmekten başka bir yol bulamaz. Çizgi romanlara ve onun büyülü dünyasına oldukça meraklı olan Deniz için evin yanaşmaları, küs teyze (Şerif Sezer), traktör kullanan ve telsizle konuşan babaanne (Hümeyra), bileğinden boğazına kadar bilezikle dolaşan gelin Hanife (Binnur Kaya) ve saf bir amca (Yetkin Dikinciler) ile tanışmak, onun için oldukça farklı bir deneyim olacaktır. Sadık ve Hüseyin'in geçmişle hesaplaşmaları ise oldukça sıkıntılı gelişmelere neden olacaktır.

şu filmi izleyip te ağlamayan yoktur. Tek kelimeyle muhteşemdi!


Mandıra Filozofu

Paraya karşı olan Mustafa Ali, Çökertme Köyünde şehir hayatından uzak yaşamaktadır. Yaşayabilmek için doğanın verdiği imkanların yeterli olduğu felsefesine inanmaktadır. İstanbul’da yaşayan zengin iş adamı Cavit'in, Mustafa Ali’nin arazisini alarak otel yapmak istemesi ile Mustafa Ali’nin hayatı altüst olur.

Annemin en sevdiği film :) o yüzden bende çok seviyorum :) gerçekten şahane bir filmdi.

Unutursam Fısılda

Birbirlerinin tam zıttı olan Hatice ve Hanife iki kardeştir. Hatice, şarkı söyleme tutkusu olan ve hayatının, hayallerinin peşinden gitmeye meyillidir. Ablası Hanife de bir o kadar tutucu, içine kapanık birisidir. Bir gün kasabaya yeni gelen müzisyen Tarık'ın Hatice'yi keşfetmesi, aralarında başlayan büyük aşk ve Türkiye'nin starları olma hevesleri onları İstanbul'a kadar sürükler. Uzun bir sürenin ardından kaçtığı evine dönen Hatice de kendisinin dönmesini bekleyen ve geçmişte yaşananların hesabını soran ablası Hanife' yi karşısında bulur.

çok beğendim gayet güzel duygusal bir film hatta kimi yerinde ağladım.



Dünyayı Bisikletle Dolaşan Adam "Heinz Stücke"

1940 11 Ocak doğumlu bir Alman gezgin. 

1962 yılında bir bisiklet ile ülkesinden ayrılmış gerçek bir göçebe uzun yol bisikletçisi. Son 5 yılını ise sürüş rahatlığı yaşamak için katlanabilir Brompton bisiklet ile geçirmiş.

“İlk 40 yılımda oldukça ağır çelik bir bisiklet kullandım. Gidonu boynuma herhangi bir zarar gelmemesi için tamir ettim. Sonrasında 25-26 kg bisiklet oldukça kullanışsız  sonrasında 2010’da Brampton kullanmaya başladım. katlanabilir olduğu için oldukça kullanışlı.”

Maceraperest gezgin seyahati hakkında şunları anlatıyor: “Bir fabrikada çalışmaktan daha iyiydi.”

Bu süreç her ne kadar güzel geçse de tabi başına bir kaç talihsiz olay da gelmemiş değil. Örneğin seyahati esnasında;

Şili atacama çölünde kamyon çarptı, 
Haiti de kızgın bir serseri tarafından kovalandı
Mısırlı askerler tarafından bayıltılana kadar dövüldü,
Kamerun ordusu tarafından devlete küfretmekten gözaltına alındı,
Mozambikte duş alırken arıların feci bir şekilde saldırısına uğradı,
Endenozyada ciddi bir dizenteriye yakalandı,
Zimbabweli teröristler tarafından ayağından vuruldu.

Ama yılmamış, sadece yolun belirleyici olduğu yaşamını bisikleti ile özgür olmaya adamış.

Tüm gezi hayatı boyunca 21 pasaportu olan Stücke “en iyi pasaport bisiklettir”  diyor.

“Bisikletteyken tanıştığınız insanlar tarafından iyi bir insan olarak değerlendiriliyorsunuz  sizi merak ediyor ve size yaklaşmaya başlıyorlar.

Her zaman kendimi turist kalabalığından uzak olmaya yönettim. Haritaya saatlerce bakıyorsunuz nereye gitmek istediğinizi görüyorsunuz ve sadece gidiyorsunuz.

Ayers Kayalığı çevresi oldukça kumlu, oraya gitmek oldukça zorluydu” diyor. Stücke’nin tüm gezi hikayesini 18.000 sayfalık kendi yazdığı Ev her yerdir : Bisikletle Tüm Dünyada 50 Yıl kitabında detaylıca anlatıyor.