26 Haziran 2015 Cuma

Yön bulma yöntemleri

Yön, herhangi bir yerin bilinen başka bir yere göre olan konumudur. Bir yerin nerede olduğunu bulmak için yönlerden faydalanırız.  Dört ana yön bulunmaktadır. Bunlar doğu, batı, kuzey ve güneydir.

Yönümüzü bulmak için birçok yöntemden faydalanabiliriz. Bunlardan bazıları şunlardır;

1. GÖLGE YÖNTEMİ

Sadece güneşli havalarda uygulayabileceğiniz  ve en az 30 dakikanızı alacak bir yön bulma metodudur. Dünyanın, batıdan doğuya doğru kendi etrafında dönmesini referans alan bir metoddur.  Yaklaşık 1 mt. uzunluğunda düz bir ağaç dalı (batonda olabilir), düz bir zeminde toprağa saplanır. Gölgesinin ucuna işaretlemek amacıyla bir taş konur. Bu koyduğumuz ilk taş, ister kuzey, isterse güney yarıkürede olsun hep batıyı gösterecektir. Gölge yavaş yavaş yer değiştirir ve asgari 30 dk. sonra ucuna 2. bir taş konur. Bu taş da doğuyu gösterir. Yani iki taş arasındaki doğru, ilk nokta batı olmak üzere, doğu batı yönünü gösterir. Tabi kuzey güney yönlerinin neresi olduğunu söylemeye gerek yok.

2. SAAT YÖNTEMİ

Eğer klasik, yani akrep ve yelkovanı olan bir bir saatiniz varsa, bu metodla yönünüzü bulabilirsiniz. Günün hangi saatinde olursanız olun, saatin akrebini güneş istikametine çevirirseniz, akrep ile 12 arasındaki hat güneyi gösterir.
( güney yarımkürede değil ) Bu metod ekvatora ve kutuplara yakın bölgelerde hassasiyetini yitirir, ancak bizim ülkemizin olduğu enlemler en sağlıklı sonuçların alındığı enlemlerdir.
Güneşin yönünü doğru bulabilmek için, gene yere 1 mt. uzunluğunda düz bir dal, sopa ya da baton saplayın. Saatinizi de yere, akrep (kısa olan), gölge,çubuk ve güneş tek bir doğru oluşturacak şekilde koyun. Akreple, 12 arasında kalan hat güneyi, aksi kuzeyi gösterir.

3. ÇEVRENİN GENEL ÖZELLİKLERİNDEN

Bu şekilde yön bulmak, genelde ağaçlardan ya da yosunlardan yön bulmak diye isimlendiriliyor ama doğru bir tanımlama değil. Tek başına ağaç üzerindeki yosunlara bakarak doğru bir yön tahmini yapmak hemen hemen imkansız. Evet, yosunlar genelde ağaçların daha nemli olması nedeniyle kuzey kesimlerinde oluşuyor. Ancak temel etken nem. Dere yatağı gibi nemli bölgelere, tüm gövdesini yosun sarmış ağaçları her zaman görebilirsiniz.O nedenle tüm çevreyi değerlendirmek bizi daha doğru sonuçlara götürür. İşte yöne göre çevrenizde gözlemleyebileceğiniz bazı özellikler..

a. Yosunlar, ağaç ve taşların genellikle kuzeyinde olur.
b. Karınca yuvalarını genelde ağaçların güneyine yaparlar ve ağızları güneye bakar.
c. En son kuzeye bakan taraftaki karlar erir.
d. Ağaç dalları genelde güneye doğru  gelişir.
e. Yamaçların güney tarafında bitki örtüsü daha zengin olur, meyveler önce olgunlaşır.

4. BİR İĞNE İLE YÖN BULMAK

Eğer yanınızda bir iğne varsa, ilkel bir mıknatıs yapabilirsiniz. İğneyi yün bir kıyafetiniz varsa kuvvetlice sürterek statik elektrik yüklenmesini sağlayın. Yün bir kıyafet yoksa saçınıza sürtün. Sonra küçük ve durgun bir su birikintisinin üzerine bırakın. Suyun yüzey gerilimi iğnenin batmasını önleyecek ve iğne KUZEY-GÜNEY istikametini gösterecek şekilde dönecektir. Eğer iğne suyun yüzey gerilimini yırtacak kadar ağırsa , çok küçük ve ince bir yaprağın üzerinde suya koyun. İğnenin hangi ucunun, kuzeyi, hangi ucunun güneyi gösterdiğine dair bir metod yoktur. Ne tarafın kuzey, ne tarafın güney olduğunu, yukarıda bahsedilen çevre faktörlerinden bulabilirsiniz.

5. AY İLE YÖN BULMA

Ay hilal biçiminde iken, iki ucu arasından hayali  bir çizgi çizelim. Ortaya çıkan şekil küçük ”d” harfine benziyorsa ayın uçları BATIYI, küçük ”b” harfine benziyorsa DOĞUYU gösterir.





6. KUTUP YILDIZI İLE YÖN BULMA

Eğer Kutup Yıldızını bulur, yüzümüzü de ona dönersek tam kuzeye bakıyor oluruz. Tabi diğer yönleri de..
Peki kutup yıldızını nasıl bulacağız?
Öncelikle güneş batarken, güneşin battığı yönü aklımıza kazıyalım. Bu yön batıdır. Gece iyice çöküp tüm yıldızlar ortaya çıktığında, solumuzu  güneşin battığı yöne verelim ve kafamızı biraz kaldıralım. Kutup Yıldızı gördüğümüz yıldızların içerisindedir.Ufka yakın bir bölgede Büyük Ayı takım yıldızı vardır. Tabi fotoğrafta görülen birleştirme çizgileri doğada olmadığı için, bu kadar net göremezsiniz. Bir kepçeye benzer. Büyük ayının biraz üstünde ise Küçük Ayı takım yıldızı vardır. Büyük Ayının kepçesinin ucundaki iki yıldızın arasından hayali bir hat çizer ve uzatırsanız, Kutup Yıldızını bulursunuz. Bu mesafe, Büyük Ayının hat çizdiğiniz iki yıldızı arasındaki mesafenin 5 katı kadardır. Evet artık tam Kuzeye bakıyorsunuz…

7. KARINCA YUVALARIYLA YÖN BULMA

Karıncalar yuvalarını yaparlarken yuvalarından çıkardıkları toprakları yuvanın kuzeyine yığarlar. Yuvalarının ağzı ise güneye bakar. Bunun sebebi;  kuzeye yığdıkları toprağın gelen soğuk havayı engellemesi, güneyden gelen sıcak havaların ise yuvalarına girmesini sağlamaktır.


“ Ters Çaba ” kuralı

Beynimiz odaklanan hedefe kilitlenme özelliğine sahiptir. Hedefimiz olumsuz olsa bile beyin onu gerçekleştirmeye çalışır, bunu kendine hedef seçer ve bu hedefin insan için yararlı ve ya yararsız olup olmadığına bakmadan hedefi gerçekleştirmek için çaba sarf eder. İşte beyinde gerçekleşen bu olaya Ters Çaba kuralı denir.
Beynin en tehlikeli yanı, “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, beyin onu size çeker, korktuğunuzu başınıza getirir! Bataklıktan çıkmaya çalıştıkça, dibe gömülmeye benzer.
Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanacak mıyım” diye düşünürseniz, korkunuz olmasın, heyecanlanacaksınız! Korkunuza değil, konunuza odaklanın.
Başınıza gelmesinden korktuğunuz en kötü şeye değil, başınıza gelmesini istediğiniz en iyi şeye odaklanın. Unutmayın kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız.
Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır!


Dreyfus olayı ve Emile Zola’nın “İtham ediyorum” açık mektubu

Bir yüzbaşıydı Alfred Dreyfus, Fransız ordusunda... Bir kusuru vardı, Yahudi olmak... Sadece Almanya’ya özgü değildi o günlerde Yahudi düşmanlığı... Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Alman Askeri Ataşesi Von Schwartzkoppen’e bazı gizli askeri belgeleri gönderdiği gerekçesiyle tutuklandı. Dreyfus daha yargılanmadan Fransız basını hükmünü vermişti bile. Gazeteler, Dreyfus’ü suçlu ilan etti. Yahudi düşmanlığını kışkırtan başlıklarla birlikte... Ya deliller? Hiç de yeterli değildi ama Dreyfus ile ilgili adli soruşturma açılmasına karar verildi.
Dreyfus davası 1894’de başlar. Alman Askeri Ataşesi’nin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus’ün el yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen belge, tek delildir. Dreyfus, yazının kendisine ait olmadığını söyler, ancak kimseyi inandıramaz. Savaş Bakanı, istihbarat servisinin Dreyfus hakkında hazırladığı ’gizli dosya’yı, sanığın ve savunma avukatının haberi olmadan gizlice askeri yargıçlara gönderir. Yargıçlar da savunma hakkını ve muhakeme usulünü hiçe sayan bu durum karşısında üç maymunu oynamayı tercih eder. Çok geçmeden Dreyfus 7 yargıcın oybirliğiyle ihanet suçundan mahkum edilir. Rütbesi sökülür, müebbete mahkum olur. Temyiz başvurusu da sonuç vermez. Dreyfus cezasını çekmek üzere Şeytan Adası’na götürülür. Hani şu ’Kelebek’ romanındaki cehenneme... Dreyfus, cezasını çekerken, Fransa’da müthiş bir mücadele başlar. Suçsuzluğuna inananlarla Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler arasında yaşanan bu mücadeleye, ordu, meclis, hükümet, basın ve aydınlar da müdahil olur.

Tartışmalar sürer gider, Dreyfus taraftarlarının tüm girişimleri engellenir, zorlayanlar cezalandırılır. Dreyfus’ün mahkum olmasından iki yıl sonra askeri istihbaratın başına geçen Binbaşı Picquart, Dreyfus dosyasını ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra gerçek suçlunun, çizelgeyi kaleme alan subay olduğunu ileri sürer. Picquart, Dreyfus davasının yeniden görülmesi gerektiğini savununca kendisini Tunus’a sürgüne gönderilmiş olarak bulur. Bu arada suçlanan subay da askeri mahkemede beraat eder. Mücadele o kadar kızışmıştır ki, Savaş Bakanı, aralarında Emile Zola’nın da bulunduğu belli başlı Dreyfus’çülerin, devletin güvenliğini tehlikeye atmaktan ve anayasal düzene karşı komplo düzenlemekten dolayı Yüce Divan’da yargılanmalarını dahi talep eder. Dreyfus’ün suçsuz olduğunu savunan yazarlar da cezadan payını alır. Zola, Şubat 1898’de L’Aurore gazetesinde “Suçluyorum” başlıklı ünlü yazısını yayımlar. Esterhazy’yi beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını açıklar... Bir yıl hapis ve 3 bin frank para cezasına çarptırılır. İngiltere’ye kaçar...

Zaman geçer, rüzgar tersine döner. Olaylar Dreyfus’ün lehine gelişmeye başlar. Dreyfus’ün mahkumiyetinde kullanılan belgelerin askeri istihbaratta görevli bir albay tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Albay intihar eder. Askeri mahkemenin beraat ettirdiği Esterhazy de Dreyfus’ün mahkum olmasına neden olan çizelgeyi kendisinin yazdığını itiraf eder. Bu olaylar üzerine Dreyfus davası yeniden başlar. Eylül 1899’da askeri mahkeme, adli hatayı kabul etmek yerine, Dreyfus’ü bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak 10 yıl hapse mahkum eder. Dreyfus yeniden Şeytan Adası’na gönderilir. Ancak, çok geçmeden Cumhurbaşkanı, Dreyfus’ü affettiğini açıklar. Dreyfus’ün tam olarak aklanması ise 1906’da yeniden yargılanmasıyla mümkün olur...

20. yüzyılın başlarında tüm Fransa'yı altüst eden Dreyfus olayı, adaletin yanılmasının ve yüksek siyasete kurban edilmesinin ne ilk ne de son örneğidir. Hemen her ülkenin ve dönemin Dreyfus'ları olmuştur ve olacaktır. Ancak, Dreyfus olayından çıkarılacak önemli derslerin olduğu da kesindir. Basını, yargısı, siyaset adamı, ordusu ve aydınıyla bütün bir toplumun bu dersleri çok iyi okuması gerekmektedir. Bir kere, Dreyfus olayı, hukuk ve siyaset arasındaki ilişkinin zannedildiği gibi bağımsızlık değil, bağlılık esasına dayandığını göstermiştir. Bu yönüyle Dreyfus davası, hukuku "siyasetin farklı araçlarla devamı" olarak gören realist hukuk ekolünün argümanlarını destekleyen tarihi bir örnektir. Diğer yandan, sonuçları itibarıyla bu dava, yargının hem siyasal hem de bürokratik iktidarın etkisinden bağımsız olması gerektiğini göstermiştir.

Émile Zola’nın dönemin Cumhurbaşkanı’na yazdığı açık mektupla, ‘Suçluyorum’la başlamıştı. ‘Benim tek bir tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu haketmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka birşey değil.’


İngiliz İlk Kadın Parlementer " Lady Nancy Astor "

19 Mayıs 1879 Virginia doğumlu sosyete üyesi ve İngiliz Parlamenter. 

Britanya Avam Kamarası'nın ilk kadın üyesi.

Lady Astor parlamentoda kaldığı 1946’ya kadar parlamentoda kadınlara ilişkin sorunlar dışında, temel olarak özgürlükçü bir eğitim sisteminin yerleştirilmesi, alkol kullanımının engellenmesi ve Ticaret Yasası'nın kapsamının genişletilmesi için çalıştı. Sürekli olarak okuldan ayrılma yaşının yükseltilmesini savundu. On sekiz yaşının altındakilere içki satılmasını yasaklayan Alkollü İçkiler Yasa Tasarısı'nın kabul edilmesini sağladı. Ayrıca, dağıtım ve gıda maddeleri sektörünün belirli alanlarında koşulların düzeltilmesi için mücadele etti.

Winston Churchill' e  " Eğer kocam olsaydınız çayınızı zehirlerdim ". demiş ve karşılığında şu şözleri işitmiştir: " Eğer karım olsaydınız o çayı zevkle içerdim " .



Hakkaniyet Tanrıçası " Dike "

Dike, Zeus ile Themis’in kızı. Adalet sembolü.Yunan Mitolojisinde Adalet Tanrıçası.

Adı Yunan dilinde birçok anlamlara gelir; simgelediği başlıca soyut kavram hak, doğruluk ve adalettir. Dike sözcüğü, adaletin uygulandığı mahkeme için de kullanılır, mahkemede verilen hüküm için de; "diken didonai" deyimiyse ceza görmek anlamına gelir.

Zeus’un eşi Themis ve kızı Dike 

Batı’da bu tür heykellere esin veren, Eski Yunan’da adı Themis olan bir tanrıçaydı. Yunan mitolojisine göre Zeus’un eşlerinden biri olan Themis, tanrısal kuralları temsil ediyordu. Onun karşıtı ise insansal kuralları (yasaları) temsil eden Nomos’tu. Mitolojide, Themis’in bir efsanesi yoktu çünkü her yerde ve her zaman var olduğu kabul edilirdi. Themis’le Zeus’un kızı olan Dike de annesi gibi adaletle ilgili bir mitolojik figürdü. Eski Yunan’da mahkemede verilen hüküm için ‘diken didonai’ denilmesi Dike kültüyle ilgiliydi.

Neden gözleri bağlı? 

Romalılar, Themis’ten ziyade Dike’ye benzeyen adalet tanrıçalarına Iustitia adını verdiler. Mitolojiye göre, Iustitia insanların gitgide daha çok suç işlemesi üzerine gökyüzüne çekilmişti. Bugün Batı dillerinde adalet kavramı için kullanılan ‘justice’, ‘justicia’, ‘justiça’ gibi kelimeler onun adından geliyor. Modern zamanlarda dünyanın değişik yerlerindeki adalet binalarının önlerine konması âdet olan heykeller de bu Iustitia’dan esinlenmiş. Batı’daki heykellerin genellikle sağ elinde bir kılıç, öteki elinde ise bir terazi olur. Kılıç, adaletin dağıtılması sırasında gerekirse zor kullanılmasını, terazi ise hassasiyeti ve hakkaniyeti sembolize eder.

20 Haziran 2015 Cumartesi

Satranç Dehası Judit & Sofia & Zsuzsa Polgar Kardeşler

Bu üç Macar kız kardeş dünya satranç
klasmanında ön sıralara tırmandılar.
En küçük olan Judit (1976 doğumlu), 1991’de büyük ustalığa yükselerek, satranç tarihinde bu
onuru kazanan en genç kişi olma ünvanını B.Fischer’den aldı.
Sofia (1974 doğumlu), dünyadaki bayan oyuncular arasında altıncı sırada yer aldı.
Zsuzsa polgar (1969 doğumlu) ise kardeşi Judit’ten sonra ikinci sırada gelmektedir.
Bütün kızkardeşler satranç oynamaya 4 yaşında başladılar. Zamanla satranca ayırdıkları süre günde en az 5 saate çıktı.

Otoriteler, küçük kardeş Judit'’i gelecekte dünya satranç şampiyonluğu için yarışabilecek tek bayan olarak göstermektedir.
Her üçü de satranç tarihinin büyük isimleri arasında yer olan Polgar kardeşlerin inanılmaz başarıları, babaları Laszlo Polgar' ın yaptığı bir deneye dayanır. Baba Polgar dehanın yaratılabileceğine inanan bir insandı. Bu nedenle her üç kızını da satranç dehası olarak yetiştirmeye karar verdi. Bu deneyin şaşırtıcı başarısı daha sonra beynin manyetik rezonans görüntülenmesi destekli psikolojik bir incelemeye konu yapıldı. Çıkan sonuç şuydu: Polgar' ların başarısının temelinde örüntü tanıma yatıyordu. Yani herhangi bir satranç oyunu esnasında Polgar' lar rakiplerinin tersine oyunda muhakeme yürütmüyor, muazzam tecrübelerinin kendilerine verdiği sezgiyle hareket ediyorlardı. Herkesin dakikalar, hatta saatlerce süren muhakeme sonunda yapabildiği bir hamleyi, Polgar' lar hiç düşünmeden, anında yapabiliyorlardı ve üstelik sonunda oyunu da kazanıyorlardı. Onlar satranç oynarken, beyinlerinde kullanılan kısım, hepimizin yüz tanırken kullandığı kısımla aynıydı. Yani Polgar' lar herkes nasıl tanıdıklarının yüzünü bilebiliyorsa, herhangi bir satranç oyununda karşılarına çıkan durumları " önceden tanıyorlardı ".
 ( kyn: aptalı tanımak )

Flynn etkisi

Adına “Flynn etkisi” deniyor – Her neslin IQ testlerinde bir öncekine göre daha yüksek skorlar alması. Giderek daha mı zeki oluyoruz, yoksa sadece farklı biçimde mi düşünüyoruz? 20. yüzyılın biliş’sel tarihine yaptığı bu hızlı gezintide ahlak filozofu James Flynn, düşünce şeklimizin değişmesinin şaşırtıcı (ve her zaman olumlu olmayan) sonuçları olduğunu öne sürüyor.

1980'li yılların başlarında James Flynn'in genel popülasyonun IQ düzeyinde keşfettiği her on yılda bir yaklaşık 3 puanlık artış. Eğer doğruysa, 100 yıl öncesinin ortalama insanı bize göre geri zekâlı olacaktır; aynı şekilde biz de 100 yıl sonrasının ortalama insanına göre geri zekâlı olacağız. Bu artışın, ölçümün bir yan ürünü veya zekâdaki gerçek bir artış olduğu şeklinde çeşitli açıklamalar getirilse de, yaygın kabul gören bir açıklama henüz ortaya atılmamıştır. Bu IQ artışını dengelemek amacıyla test hazırlayıcıları her on yılda bir yeni örneklem seçerek yeni bir norm referansı belirlemektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde aralıklı olarak yapılan IQ testlerinde ortalama zekanın ülkenin gelişme hızına oranla arttığı görülüyor. Yani ülke geliştikçe, eğitim iyileştikçe, çocuklar daha iyi beslendikçe zeka artıyor. Gelişmiş ülkelerde ise artış daha yavaş, hatta durma noktasına gelmiş. Bazı Avrupa ülkelerinde artık artış görülmüyor. Yani eğitim ve beslenme öyle bir seviyeye gelmişki artık çocuklar bir önceki nesle göre daha zeki olmuyorlar. Bu insan zekasının sınırlarına ulaştıklarını gösteriyor.

Buradan çıkarılacak birkaç sonuç var, öncelikle geri kalmış ülkelerin durumunu ele alalım; açlıkla mücadele eden, savaşlar, hastalıklar içinde kıvranan ülkelerin zeki bir nesil çıkarması çok güç görünüyor. Zira beslenme ve eğitim kalitesini yükseltmeleri çok güç, dolayısıyla daha zeki nesiller yetiştirmeleri zor. Tıpkı gelişmiş silahları ve gemileri ilk icad edenlerin koloniciliğe başlayıp dünyayı sömürmesi gibi refaha ulaşıp beslenme ve eğitim kalitelerini arttıran ülkelerin çocukları diğerlerinden daha zeki oluyorlar. Bu daha ileri, daha sofistike bir sömürge sistemi anlamına gelebilir. Geri kalmış ülkeler daha uzun süre gelişmiş ülkelerin ucuz işgücü ve hammadde gereksinimleri için sömürülebilirler.

İkinci önemli sonuç ise eğitimi geliştirip, iletişimi arttırıp, bilgiyi daha kaliteli ve ulaşılabilir hale getirip insanın zihinsel kapasitesini daha iyi kullanmamız gerekliliğidir. Belli bir noktadan sonra insan daha zeki hale gelemeyecektir. Bu nedenle iki yönde çalışmalara hız verilmelidir; bunlardan biri kollektif zekadır, ki bunu daha önce ölümsüzlük başlığı altında anlatmıştım, diğeri de yapay zekadır. Biz yeterince zeki değilsek bizden zeki olan bir şeyi yapmak zorundayız, bizden daha çok şeyi bilen, bizden hada hızlı düşünen bir makina yapmak zorundayız. Yoksa bazılarının tapındığı insan zekası bize bir yerden sonra yetmeyecek.

Üçüncü nokta ise bana göre Flynn etkisinin en önemli açılımı, ve çok önemli sorulara yanıt veriyor. İnsan, uzaya çıkacak, DNA'yı çözecek zekayı nereden buldu? Ağaç dallarından laboratuvarlara nasıl uzandık? Evrimsel süreç içinde böyle teknolojileri geliştirebilme potansiyeline sahip bireylerin seçilmesi nasıl sağlandı?

Bizim beynimiz eğitim ve beslenme kalitemizin çok düşük olduğu bir dönemde evrimleşti. Yani beyin kapasite olarak o dönemdeki gereksinimin çok üzerinde gelişti. Neden mi? Çünkü o dönemde en yüzeysel eğitimle en yüksek anlama kapasitesine sahip olmak önemliydi. Aile ve kabile bireylerini en çabuk ve en iyi şekilde anlayıp, kendisine aktarılanı en çabuk öğrenen bireyler daha başarılı oldu. Ama kendileri de pek de zeki olmayan öğretmenler olan kabile üyeleri, bir bireyin hayatta kalması için gerekli bilgileri öğretirken bilinçli ve sistematik bir yol izlemiyorlardı, o kötü eğitim şartlarında hayatın kurallarını en çabuk "kapan" daha başarılı oldu. Yetersiz ve düzensiz bir eğitim sürecinde en çabuk öğrenenler en yüksek beyin kapasitesine sahip olanlardı. 

Bugün o kapasiteyi düzenli ve bilimsel bir eğitimle en üst seviyelerde kullanabiliyoruz. İnsanlığın asırlar boyunca biriktirdiği bilgiyi çocuklarımıza bir kaç yıl içinde verebiliyoruz. Çocuklarımızı çok iyi besliyoruz, hatta hamile kadınlar bile gebelikleri ve emzirme dönemleri sırasında beslenmelerine dikkat ediyorlar. Böylece biyolojik sistem mümkün olan en yüksek verimde çalışıyor. Ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde "yeni nesil pek akıllı" lafını duyuyoruz. İşte bu lafın bilimsel adı "Flynn etkisi"dir. 

2014 - 2015 arası okuduğum kitaplar


  1. Nedir yaşamın gizi & Ömer Hayyam ( 2015 )
  2. Hitopadeşa & Narayana ( 2015 )
  3. Aşkın Anatomisi & A. Krich ( 2015 )
  4. Küçük Kara Balık & Samed Behrengi ( 2015 )
  5. Celladına Aşık Olmak & İlkin Öz ( 2015 )
  6. Aptalı Tanımak & Celal Şengör ( 2015 )
  7. Kayıp Sicil - Erdoğan'ın Çalınan Dosyası Soner Yalcın ( 2015 )
  8. Mahrem & Barış Terkoğlu - Barış Pehlivan ( 2015 )
  9. Beraber Yürüttük Biz Bu Yollarda & Yılmaz Özdil ( 2015 )
  10. Yakacaklar Ülkeyi & Rahmi Turan ( 2015 )
  11. İzmir Medeniyeti Yükselirken & Aytun Çiray ( 2015 )
  12. Tanrıların Sırları & Alan - Sally Londsburg ( 2015 )
  13. Veryansın & Nihat Genç ( 2014 )
  14. Sızıntı - Wikileaks' te Ünlü Türkler & Barış Terkoğlu - Barış Pehlivan ( 2014 )
  15. Kuran-ı Tanıyor musunuz? & Yaşar Nuri Öztürk ( 2014 )
  16. Efsane Adamlar & Faruk Öndağ ( 2014 )
  17. Yaşar Nuri Öztürk & Kuran Verilerine Göre Kötülük Toplumu ( 2015 )
  18. Güzel Günler Çabuk Geçer & Semih Ünver ( 2014 )
  19. Kadınlar & Charles Bukowski ( 2014 )
  20. Türkiye Komlolar Ve Provokasyonlar Tarihi & Atilla Akar ( 2014 )
  21. Nasıl Darbe Yapılır & Ömer Özkaya ( 2014 )

19 Haziran 2015 Cuma

Tanrısal Öngörü & Seneca

…başında bir koruyucusu olmadan bu kadar yüce bir eserin var olamayacağını, yıldızların bir araya gelişlerinin ya da oraya buraya gelişlerinin ya da oraya buraya koşuşturmalarının gelişigüzel bir itkiye bağlı olmayacağını.
 Tanrı iyi insanlara karşı babalarının ruhuna sahiptir, onları mertçe sever ve “gerçek güçlerini toplamaları için sıkıntılarla, ıstıraplarla, kayıplarla boğuşsunlar,” der. … Yara almamış bir talih hiçbir darbeye karşı koyamaz.
 Bu tür [zahiren kötü görünen] olayların gönüllü olan insanların başına geldiği, sıkıntı yaşamak istemeyen kişilerinse kötülüğe layık olacağıdır. … Bu tür olaylar talihin bir cilvesidir ve iyi insanların başına gelmesi kendilerini iyi yapan yasadan ötürüdür. İyi insana zavallı diyebilirsin, ama böyle dediğin için o zavallı olmaz.
 Bana öyle geliyor ki,” diyor Demetrius, “başına hiçbir felaket gelmemiş insandan daha şanssızı yok.” Çünkü böyle bir adama hiçbir zaman kendini deneme fırsatı tanınmamıştır. … Böyle adam hiçbir zaman kaderine karşı zafer kazanacak değerde görülmemiştir; çünkü kader kendisini bütün korkaklardan çeker ve sanki şöyle der: “Onu kendime ne diye rakip alayım? Hemen silahlarını bırakacak; ona karşı bütün gücümü kullanmama hiç gerek yok; şöyle hafifçe kaşlarımı çatsam savrulur gider, bakışlarıma dayanamaz. Siz bana kendisiyle mücadele edebileceğim değerde birini bulun; yenilmeye dünden hazır bir insanla dövüşmek bana utanç verir.” Gladyatör kendi gücünde olmayan biriyle savaşmayı zul sayar, tehlikesizce kazanılan zaferin onursuzca kazanılmış bir zafer olduğunu bilir. Kader de aynısını yapar: Kendisine rakip olarak en cesur insanları arayıp bulur; çoğu insanı hor görür, üstünde bile durmaz.
Örnek alınacak büyük insan yaşadığı kötü kaderle keşfedilir.
Refah dolu bir yaşam sıradan bir adama da nasip olur, sıradan yeteneklere de; ama ölümlülerin başına gelen felaketleri ve korkuları boyunduruk altına almak, ancak büyük adamın işidir.
Her şeye cesurca katlanmalıyız; çünkü sandığımız gibi her şey bir anda olmaz, sıra sıra gelir. Neye sevineceğin, neye üzüleceğin önceden bellidir, her insanın yaşantısı birbirinden çok farklı olsa da sonu birdir; gelip geçici olan bizler gelip geçici olan şeyleri üstleniriz. O halde ne diye hiddetleniyoruz? Neden şikayet ediyoruz? Biz böyle yaratıldık. Bırakalım doğa kendi bedenlerini istediği gibi kullansın; her şeye karşı güler yüzlü ve cesur olalım, bizim olan hiçbir şeyin bozulmayacağını bilelim.
 Altın ateşle, mert insan kötü kaderle anlaşılır.
 Güvenli bir yol acizlere, korkaklara göredir; erdem yükseklerden gider.
 Tanrı şöyle diyor: “Dürüstlüğü seçmiş olan sizler, benden şikayet etmenizi gerektiren haklı bir nedeniniz olabilir mi? Diğerlerine sahte iyilikler verdim, aylak zihinlerini upuzun ve sahte bir düşteymiş gibi kandırdım. Altınla donattım kendilerini, gümüşle, fildişiyle; hiçbirinin özünde iyilik yok. Şanslı insanlar olarak gördüklerini, sana göründükleri gibi değilde yüreklerinde sakladıklarıyla bir görebilsen, o zaman anlardın ne zavallı, ne iğrenç, ne aşağılık yaratıklar olduklarını; evlerinin duvarları gibi dışları boyalıdır aslında; bu sağlam ve hakiki mutluluk değildir asla; kabuktur, üstelik incecik bir kabuk. Bu yüzden ayakta durabildikleri ve kendilerini istedikleri şekilde gösterdikleri sürece parıldarlar ve bizi kandırırlar, ama kendilerini rahatsız edici bir durum ortaya çıkıp da örtü kalktığında, o yapay ihtişamların altında ne derin, ne saf bir bozulmuşluk yattığını anlarsın. Oysa sizlere kalıcı ve sağlam iyilikler verdim; nereye döndürürseniz döndürün, nerden bakarsanız bakın, daha iyi, daha yüce görünürler. Sizi dehşete salan olayları küçümsemenizi sağladım, ihtiraslarınızı aşağılamanızı. Dıştan parıldamıyorsunuz, iyilikleriniz içinize yöneltilmiştir. Kendi görüntüsünü seyretmekten haz alan evren bile dışsal olanları küçümser. İçinize her türlü iyilik yerleştirdim; şansa gerek duymamanız sizin şansınız.

Fragmanlar & Herakleitos

mutluluk bedensel hazlardan kaynaklanmış olsaydı, öküzler yemek için burçak bulduklarında, onlara mutlu varlıklar derdik.
güneş her gün yenidir. 
karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir.
eşekler samanı altına tercih ederler.
Bağlanışlar, bütünler ve bütün olmayanlar, bir arada duran ve ayrı duran, birlikte söylenen ve ayrı söylenen. Her şeyden bir, bir' den her şey. Uyum ancak birbirini karşılıklı çeken ve iten öğeler arasında mümkündür.
 aynı ırmaklara girenlerin üzerine farklı sular akar; ruhlar nemli olandan buharlaşır.
insanların çoğu başlarına gelenler hakkında düşünmezler ve öğrendiklerini kavrayamazlar, yalnızca kendi kanılarına inanırlar.
umut edilmeyeni umut etmezsen onu bulamazsın. Çünkü ne bir iz vardır ne de bir yol. İnanç ve güven olmalıdır.
uyanıkken bütün gördüğümüz ölüm, uyurken gördüğümüz ise uykudur.
bütün yollarını yürüsen bile ruhun sınırlarına ulaşamazsın, öylesine derindir.
yaşam, taşları ileri geri sürerek oynayan bir çocuktur. Krallık çocuğundur.
tutkulara karşı mücadele etmek zordur. Arzu edilen şeyin bedelini ruh öder. 

Erasmus "Deliliğe Övgü "

Seni senden daha iyi kimse tanıyamaz ve anlatamaz. Sözler, zihni en çarpık biçimde yansıtan aynalardır. Hangi erkek, gerçek bir bilge gibi hareket edip ilk iş olarak evliliğin sakıncalarını önceden görebilseydi, boynuna o yuların takılmasına izin verirdi? aynı şekilde kadınlar çocuk doğururken katlanacakları sancıları ve yaşayacakları tehlikeleri, çocuk büyütürken çekeceği sıkıntıları tam olarak bilseydi bir erkeğe nasıl karşılık verirdi? Yani varlığınızı evliliklere borçlusunuz. Evlilik kurumu da varlığını çılgınlık tanrıçasına. Bir de unutkanlık tanrıçasının yardımları olmasaydı o acı tecrübeyi bir ekz yaşamış olan hangi kadın tekrar çocuk doğurmayı göze alabilirdi? " Mutluluk aklın bittiği yerde başlar " 

                                                                  *****

İnsan yaşamının en mutlu ve herkes için en eğlenceli çağı çocukluktur. Gelip geçici olan gençlik çağının uzatmanın ve yaşlılığın acımazsız etkilerinden uzaklaşmanın tek yolu delilikten geçer. Kadınlar akılsız yaratıklardır. Ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsın akılsızdırlar. Ayrıca kadınların tüm yaşamları boyunca en arzu ettikleri şey erkekler tarafından beğenilmektir. Erkeklerin kadınlara katlanmalarının tek nedeni onlardan alacakları hazdır. O haz da delilik değil midir?

                                                                *****

Ne tür karaktere sahip olursa olsun ciddi hatalar yapmak her insanın doğasında vardır. Erkeği kadına kadını da erkeğe bağlayan, evlere huzur getiren, ilişkilerin devamını sağlayan güç delilikten başkası değildir. Deliliğin tadı gözleri kör eder ve yaşamı onlar için çekici kılar. İnsanın başkalarından saygı görebilmesi için önce kendine saygı duyması gerekir. Mutluluk büyük oranda insanın kendisi gibi olmasına bağlıdır.

                                                              *****

Utanç, onursuzluk, hakaretler sizin onlara aldırış ettiğiniz oranda size zarar verebilir. Aldırış etmezseniz size hiçbir zararını göremezsiniz. Bilimlerle hiç alakası olmayan ve doğayı kendilerine rehber edinenler de tartışmasız en mutlu insanlardır. Biz kendi sınırlarımızın farkında olduğumuz ve fazlasına göz dikmediğimiz sürece doğa bizi mutlu kılmaya devam edecektir. Onun işine müdahale edilmediğinde her şey daha güzel olacaktır.
                                                           *****

İlahiyatçılar kendilerini beğenmişlikleri sayesinde göğün üçüncü katında yaşadıklarına inanırlar. İnsanların geri kalanlarına tepeden bakarlar. Bununla yetinmeyip hiçbir zaman bilinemeyecek olan gizemleri kendi işlerine geldiği gibi açıklamaya koyulurlar. Cehenneme bile sanki yıllarca kalmışlar gibi ince ayrıntısına kadar anlatmaktan büyük haz alırlar. İnsanlar onlara efendimiz diyerek saygı gösterince kendilerini tanrılara en yakın mertebeye ulaşmış hissederler.

                                                         *****

İnsanların en delisi tüccarlardır. Akılları fikirleri kazanç elde etmektedir ve kazanç tutkularını doyurmak için en iğrenç yollara başvururlar. Bütün ömürleri yalan, yalan yere yemin, hırsızlık, hile, aldatma ile geçer.

                                                        *****

Delileri övenler deliler, cahillere hayran olanlar cahillerdir.

12 Haziran 2015 Cuma

Tiahuanaca " Bir İnka Masalı "

1570 yıllarında İspanyol bir papazın yazdığı bir İnka masalında;

Tiahuanaca' da Yaratıcı o bölgedeki bütün insanları kaldırdı ve hepsini kilden yaptı. Yaratıcı şekiller yapmayı bitirince hepsine ruh ve hayat verdi. Ve gerçekten de bu masalı harfi harfine kabul etmek garip gelse de şaşırtacak kalıntılar vardı. Tiahuanaca' nın güneş Kapısının iki sütununda insan kabartmaları vardı. Bu kapıdan geçildiğinde büyük bir taş duvarın üzerindeki heykllere bakılınca Latin American Mythology Cilt 13' teki şu sözler akla geliyordu: " Burada, O, büyük bir taşın üstünde, yaratmak istediği bütün milletlerin heykellerini yaptı.












Bu heykellere dikkatli bakıldığında;
  • yüksek alınlar, dar alınlar, geniş alınlar
  • patlak gözler, ufak gözler, çekik gözler ve çukur gözler
  • basık burunlar, gaga burunlar ve kemerli etli burunlar
  •  ince yüzler, yuvarlak yüzler, uzun ve kısa yüzler
  • sivri profiller, düz profiller ve çıkık profiller



belirgin bir şekilde görülebiliyordu. Ve hiçbirinin yüzü gülmüyordu. 









 

Nazca çizgileri

Güney Peru'daki Nazca Çölü'nde bazı canlı biçimlerini ya da çeşitli geometrik biçimleri betimler tarzda yere çizilmiş, bazıları kilometrelerce uzunlukta olan çizgilere verilen genel addır.
12. yüzyıldaki İnka uygarlığından eski oldukları kesindir. Yapılan Karbon-14 testlerine göre ;
MÖ 200 ile  MS 700 arasında tarihlendirilmektedirler. Bazılarının takvim ya da gökbilimle ilişkili olduğu, bazılarının ise doğa ayinlerinin bir parçası olarak yapıldığı sanılmaktaysa da, ne amaçla yapıldıkları hakkında kesin bir veri elde edilememiştir. Bölgenin aşırı kurak iklimi, bu çizgilerin bugüne değin bozulmadan kalmasında yardımcı olmuştur. Nazca çizgilerinin yüksekten bakılmaksızın muntazam bir şekilde çizilmeleri, kimilerine göre, olanaksızdır. Lond İsland üniversitesinden Dr. Paul Kosok, çizgilerin astronomik önemleri olacağını düşünerek

22 Haziranda Güney yarım küresinin kış dönemine girdiği gün, çölü ortasında durup güneşin battığı anda çizgileri incelemişti. Çizgilerden biri güneşin ufka değdiği anda bulunduğu noktayı tam olarak gösteriyordu. Sonra diğer çizgileri incelediğinde Astronomların anlayabileceği anlamları olduğunu öğrendi.
Çizgiler; gezegenlerin - güneşin - ayın ve bazı yıldızların yollarını işaret ediyordu. Kosok, çölün ortasındaki çizgilerin dünyanın en büyük astronomi kitabı olduğu kanısına varmıştı.



Quipu



Quipu. Bir diğer adıyla "konuşma düğümleri".
« düğüm » ve « hesap »  anlamına gelmekte olup,  İnka İmparatorluğu’nda ve And Dağları bölgesindeki İnka-öncesi topluluklarda kullanılan bir kayıt ve hesap sistemidir.
Yazıya sahip olmayan İnka yönetimi doğal sayıları çeşitli renklerdeki sicimler üzerine düğüm silsileleri oluşturma yoluyla temsil etmekteydi ki, bu işaretler bütününe quipu adı verilir. Quipu sistemiyle tarihi olaylar da kaydediliyordu.




Quipu, birbirine sıkıca sarılmış, uçlardan saçak gibi kısa ipler sarkan 2 feet uzunluğunda bir iptir. Bir hesap makinesi olarak kullanıldığı zaman 1' den 9'a kadar sayıları gösterirdi ve sıfırı işaret etmek için aralık bırakırlardı. İnkalar bu ipleri süratle kullanıp en karışık problemleri bile doğru olarak çözümleyerek  İspanyolları şaşkına uğratmışlardır.  Mayaların kullandığı 20' li rakam sistemi yerine İnkalar Ondalık Sistemi kullanıyorlardı. Bu iplikler ayrıca her sene başkente gönderiliyordu.       
         
İnkalar Quipular sayesinde;

  • idare ettikleri insan sayısını
  • bu insanların kaçının erkek kaçının kadın olduğunu
  • o mevsim ne kadar ekin alındığını
  • silolarda ne kadar ekin olduğunu
  • son savaşta ne kadar kayıp verildiğini hesaplayabiliyorlardı.

1 Haziran 2015 Pazartesi

Bir Leylaydım Bin Ademden nice Mecnun yarattım


ecel bendim, iksir bendim, huri ben
merak arkadaşım, ateş ruhuma bela
göze candım, köre mana
gizlendiğim tenhalarım buldular
asi hayvanlarım evcil odalarda
tufanlarımdan habersiz uyudular

yüksek uçtum, densiz durdum, deliyim
güzel çirkine döndü, aklarım kirli beyaz
peteğimi zemheri ıslığıyla doldurdum
kobra çiçeğine kondum, lalesine kumların
kuş baskınlarından, ayı pençesinden kurtuldum
balın zehrini bilemeden, şerbetini tattılar 

arife kalender önel*

Peyote Kaktüsü & Pow-wow


  • Dünya üstündeki en etkili doğal Halüsinojendir bu kaktüs.
  • Beynini keşfetmene, kendine tapmana neden olur. Düşünmekten hayal kurmaktan başka hiç bir şey istemezsin. Uyuşarak elde edilen sahte mutluluğa denir.
  • Meksika ve Güneybatı Amerikan yerlilerinin ve ilkel kabilelerin çok eskilerden beri tanıdıkları ve kullandıkları bir uyuşturucu maddedir.
  • Avrupalılar peyotenin özellikle Meksika'daki Huicholler olmak üzere yerliler tarafından dinsel seremonilerde kullanıldığını ilk keşif zamanlarında gözlemlemiştir.
  • Peyote, Kızılderili din adamı ünvanıdır ve aynı zamanda bu din adamının büyü ve tedavi yapmak için kullandığı, meskalin içeren kaktüsün adıdır.
  • Yetişme süresi en az 5 yıl olup 15 yıla kadar uzamaktadır.
  • Meskalin, peyote kaktüsünün düğmeye benzer tepe kısımlarında bulunan temel aktif maddesidir. Peyotenin etkileri genellikle bir dozun alınmasından sonra bir saat içinde başlar ve 12 saate kadar sürer.
  • Aşırı kullanım psikolojik bağımlılık yaratır. Peyote kaktüsü kurutularak yenildiği zaman dalgınlık, hayal ve kâbus yaratır.
  • Çok etkili ve kafa yapma süresi bir o kadar uzun olan bir de illegal olması konusunda karaltılar olan peyotenin; bünyesinde bulundurduğu çok az miktarda meskalin sayesinde, görülerin yardımıyla manevi güce ulaşmaya çalışmak Kızılderilili kabilelerinde sıkça rastlanan bir durumdur.
  • Bitkinin insani bir ruh taşıdığı varsayılır. 
  • Bu kaktüs, hala meksika yerlileri tarafından 7 yaşına giren erkek çocuklarına yedirilir. Böylelikle erkek çocuğun 3. gözünün (beyin gözünün ) açıldıgğna inanılır.
  • Peyotenin hikayesi şöyledir; eskiden avcılıkla geçimini sağlayan yerliler bir gün gökyüzü kadar mavi bir ceylan görür bu ceylanı 10 gün boyunca takip ederler. Ceylan yorulmuştur ve bir an duraklar ve avcı ona okunu gönderir ve ceylanı vurur.Mavi ceylanın akan kanı toprağa değdiği zaman gök gürülder ve kanın döküldüğü yerlerde peyoteler ortaya çıkarmış.
  • bir dip not; Jim Morrison the end i lsd aldıktan sonra değil peyote kaktüsü aldıktan sonra yazmıştır …

Etkileri ve yan etkileri:

  • Yüksek afrodizyak etki
  • Kontrolsüz şekilde gülme
  • Gözler açıkken halüsinasyon görme
  • Gözler kapalıyken halüsinasyon görme
  • Yeni düşünme işlevi
  • Rüya şeklinde senaryolar
  • Öfori, kendini aşırı derecede zinde hissetme hali
  • Normal şuur durumları meydana getiren, duyguları zenginleştiren ruh hali
  • İris büyümesi
  • Sıcak ve soğuk hissi
  • Baş dönmesi
  • Kusma
  • Kalp çarpıntısı
  • Renkleri daha iyi algılayabilme
  • İshal
  • Baş ağrısı
  • Endişe, kaygı
  • Rasyonel olmayan düşünme işlevi