7 Mart 2015 Cumartesi

Atatürk' e Olan Sevgim

                                                                                                         
Onu seviyorum Çünkü;

Mustafa Kemal, hayatı boyunca Vatanı ve Milleti için çalıştı. Düşman donanması İstanbul'a dayandığı zaman bile inancını kaybetmedi. O, her zaman milletine güvendi. Düşman askerleri yurdumuzu dört bir yandan işgal ederken O, Anadolu'ya gitti. Düşmana karşı milli direnişi organize etti. Türk ordularının başkumandanı olarak düşmanla savaştı. Yurdumuzu işgalden kurtardı. Ankara'da TBMM'ni açtı. Krallıkların hüküm sürdüğü bir zamanda, en iyi yönetim şekli olan ve millet egemenliğine dayanan Cumhuriyeti Türk milletine armağan etti.  Onun liderlik özellikleri altında milyonlarca kişinin desteği ile ulus olma yolunda önemli adımlar atıldı. Millet ve Vatan sevgisiyle  onun bizler için yaptıkları anlatmakla bitmez ama kısa kısa paylaşmak isterim bu sayfadan. 

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ulu önderimiz olarak birçok ilke imza atmış, ulusumuzu gelişmiş milletler düzeyine getirmek adına birçok yeniliği uygulamaya sokmuştur. Yaptığı hizmetler ve toplum nezdinde fark yaratan, önemli yenilikleri ile tarihe adını kazımış bir lider olan Atatürk, bugün halen daha birçok ülkeye örnek olacak nitelikte işler yapmıştır.
Atatürk’ün hizmetlerini incelememiz gerekirse, ilk olarak Kuva-yi Milliye ruhundan, milli bir ordu yaratıp işgal güçlerini ülkemizden kovarak, bağımsız bir ulusu bize armağan etmesi örnek gösterilebilir. Bunun dışında ise, milletlerin kendini yönetecek kişileri kendinin seçmesi manasına gelen, halk iktidarı olarak adlandırabileceğimiz cumhuriyet rejimi örnek gösterilebilir.

Cumhuriyetin kabulünün önemini, ülkemizin demokratik bir ülke düzeyinde yönetilmesinin önemini anlamak için bugün halen daha diktatörlükle, totaliter rejimler ile yönetilen ülkelerdeki halkların durumunu incelemek ve bir karşılaştırma yapmak yeterli olacaktır. Gerçekten de, babadan oğula geçen eski bir anlayışı temsil eden yönetim biçimi uygulayan ülkelerde, son derece refah içinde yaşayan diktatörler, halklarına zulüm etmektedirler. Türkiye’de ise, herkes seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
Atatürk’ün diğer hizmet ve yenilikleri ise iktisadi alanda kendini belli etmektedir. Birçok kamusal işletme, fabrika cumhuriyet kuruluş dönemlerin faaliyete geçmiş ve birçok kişi buralarda istihdam edilmiştir.
Bunun dışında, Köy Enstitüleri ile çağdaş bir nesil yetiştirilmiş, kurulan birçok üniversite, kütüphane ve benzeri sosyal alanlar ile Türk gençliği kendini yetiştirme ve vatanına-milletine hayırlı bir insan olabilme yolunda adımlar atmıştır.

Onun Devrimlerinden kısaca bahsetmek gerekirse;

Sanayi alanında yapılan yenilikler:

Türkiye, çeşitli sanayilerin kurulabileceği ve gelişebileceği her türlü ham madde kaynaklarına sahip bulunuyordu. Bu nedenle Türkiye’de milli ve modern bir sanayi kurulmalıydı. Atatürk sanayileşmenin gerekliliğini şu sözlerle ifade ediyordu:
“Sanayileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük-küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refah seviyesi yüksek Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir.”
Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşmeyi gerçekleştirebilmek için özel sektör yeterli sermayeye ve deneyime sahip değildi. 1924’te ulusal sermaye birikimini sağlamak amacıyla Türkiye İş Bankası kuruldu. 1929 yılına kadar kurulan banka sayısı 27’si yöresel olmak üzere 29’u buldu. Büyük sanayi tesislerinin kurulması işi devlet tarafından üstlenildi. Bununla beraber devlet, özel sektöre bırakılan sanayi alanında faaliyetleri de korumayı prensip olarak kabul etti.

Belirlenen kararlara göre düzenlenen sanayi programının başlıca konuları şöyleydi:

1-Mevcut sanayi tesislerini korumak ve yenilerinin yapılmasını teşvik etmek.
2-Ülkenin ihtiyaç duyduğu büyük sanayi tesislerini devlet eliyle kurmak.
3-Sanayi için gerekli elemanları yetiştirmek amacıyla teknik öğretim okulları açmak.


Sağlık ve tıp alanında yapılan yenilikler

23 Nisan 1920’de yeni Türk Devleti kurulunca, sağlık hizmetleri devlet hizmeti olarak ele alındı ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu. Böylece sağlık ve sosyal yardım işleri devlet bünyesinde toplanmış oldu.

1923 yılında sağlık hizmetleri ülke genelinde yaygınlaştırılırken, ilk yıllarda koruyucu hekimliğe önem verildi. 1924’te alınan bir kararla Ankara, İstanbul, Sivas, Trabzon, Erzurum ve Diyarbakır’da örnek hastaneler yaptırıldı. Bu hastanelere bulunduğu ilin adı ile birlikte Numune Hastanesi adları verildi. 1930 yılında çıkarılan Umumî Hıfzısıhha Kanunu’nda koruyucu sağlık hizmetleri yönünde önemli düzenlemeler yapıldı. Ülkenin her yerinde yeni hastaneler ve dispanserler açıldı.
1933’te açılan İstanbul Üniversitesi bünyesindeki tıp fakültesinin eğitim programlarının geliştirilmesine önem verildi. Kolera, veba, tifo, çiçek, kızamık, menenjit, verem ve sıtma gibi birçok bulaşıcı hastalıklara karşı sistemli bir mücadele başlatılarak bu hastalıkların sağlık kuruluşlarına bildirilmeleri zorunluluğu getirildi. Bu hastalıkların tedavisinin parasız yapılabilmesi için kararlar ve tedbirler alındı. Ankara’da açılan Hıfzısıhha Enstitüsü’nde üretilen aşılar bütün yurda dağıtıldı. Sınırlarda sağlık kontrolleri artırılarak bulaşıcı hastalıkların ülkeye girmemesi için tedbirler alındı.

Bataklıklar kurutuldu. Kızılay teşkilatı devletin desteği ve halkın bağışlarıyla güçlendirildi. Bu sayede Kızılay, daha çok kişiye yardım etme olanağını elde etti. Böylece sağlık hizmetlerini üstlenen devlet, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren sağlık alanında birçok başarı elde etti.

  



Ticaret alanında yapılan yenilikler

Sürekli savaşlar yüzünden güvenliğin sağlanamaması ve kapitülasyonlar sonucu rekabet ortamının bulunmaması gibi nedenlerle, Türk aileleri çocukları için ticaret mesleğine sıcak bakmıyor, memurluk ve subaylığı tercih ediyorlardı. Bu nedenle, memleketin iç ve dış ticareti yabancılar ile Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıklarının eline geçmişti.
Batılı devletler, Türkiye ile ticari ilişkilerinde kapitülasyonlardan ve azınlıkların aracılığından yararlandıkları için Türk tüccarların iş yapabilme olanakları oldukça kısıtlıydı. Lozan Antlaşması’yla kapitülasyonların kaldırılması ve ticareti koruyan kanunların çıkarılması, iç ve dış ticaretin gelişmesi için ortam oluşturdu.
Atatürk, ticaretin desteklenmesi ve gelişmesini sağlamak için Türkiye İş Bankası’nı kurdu (26 Ağustos 1924). İş Bankası’nın sağladığı kredi kaynakları sonucu, Türk tüccarlar ticaret hayatına hakim oldular.
Deniz ulaşımının büyük bir bölümü ile önemli limanların işletilmesi yabancı şirketlerin elindeydi. Lozan Antlaşması’nda Türk gemilerinin kabotaj hakkı kabul edildi. 1 Temmuz 1926 yılında Kabotaj Kanunu çıkarıldı. Bu kanun ile Türk denizlerinde yük ve yolcu taşıma hakkı sadece Türk gemicilerine verildi. Böylece denizlerimizde de bağımsızlık sağlanmış oldu. Her yıl 1 Temmuz günü Kabotaj ve Denizcilik Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Türkiye’de milli sermaye birikimini sağlamak ve Türk ekonomisinin para işlerini düzenlemek amacıyla 11 Haziran 1930’da kabul edilen yasa ile Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kuruldu.
Diğer yandan, yabancıların kurduğu ticaret işletmelerinin satın alınmasıyla Milli Ekonomi İlkesi’nin uygulanması sürdürüldü. Ticaret alanında alınan önlemler sonucunda, iş kapasitesi artmış, bankacılık, sigortacılık, kooperatifçilik ve şirketler hızlı bir şekilde gelişme göstermiştir. 

Tarım Alanında Yapılan Yenilikler

Osmanlı Devleti zamanında halkın yüzde 80’i tarımla uğraşıyordu ve milli gelirin önemli bir kısmı tarımdan elde ediliyordu. Batılı ülkeler modern usullerle tarım yaparken, ülkemizde ilkel yöntemlerle toprak işleniyordu. Cumhuriyet idaresinin üzerinde önemle durduğu bir konu da tarımın geliştirilmesi olmuştur.
Atatürk, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüsüdür. O hâlde herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete müstahak ve lâyık olan köylüdür.” diyerek yüzlerce yıl ezilen köylünün gerçek değerini ifade etmiştir. Tarımı düzenlemek için her şeyden önce köylünün durumunu iyileştirmek gerekiyordu. Hükümet bu düşünceye dayanarak köycülük siyasetinin esaslarını şöyle belirledi:

-Toprağı olmayan köylülere toprak verilmesi
-Köylüden ağır vergilerin kaldırılarak maddi açıdan güçlenmesinin sağlanması
-Köylünün üretim imkanlarının arttırılması
-Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltecek tedbirlerin alınması

Tarım kesiminde çiftçinin durumunu güçleştiren etkenlerden biri de vergi yükünün ağır olmasıydı. Aşar vergisi, Osmanlı döneminde çiftçinin devlete ödediği bir vergiydi. Çiftçi kesimi ürününün onda birini devlete vermek zorunda olduğu bu vergiyi ödemede büyük güçlük çekiyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Aşar vergisi, genel bütçe gelirinin yüzde yirmi beşini oluşturuyordu. Cumhuriyet Hükümeti cesur bir kararla 17 Şubat 1925’te Aşar vergisini kaldırdı. Böylece tarımsal gelişme için iyi bir ortam hazırlanmış oldu.
Tarımsal üretimi artırmak için yeni ve gerçekçi önlemler alındı. Bu önlemler doğrultusunda köylü ve üreticiye tohum, fidan, damızlık hayvan ve borç para verildi. Köylünün her açıdan ihtiyacının giderilmesinin amaçlandığı 1929’da Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Örnek çiftlikler, fidanlıklar ve haralar oluşturuldu. Ülkemizin iklimine uygun yeni ürünler yetiştirildi. Traktör kullanımını yaygınlaştırmak için Hükümet, mali ve yasal düzenlemeler yaptı. Ziraat Bankası’nın verdiği kredi koşulları kolaylaştırıldı. Pulluk kullanımı yaygın hale getirildi.
Yurdumuzun her bir yöresinde şeker pancarı, Karadeniz Bölgesi’nde çay, Güney bölgelerimizde turunçgiller yetiştirilmeye başlandı. Türkiye’nin gelişmiş bir tarım ülkesi haline gelebilmesi için orta dereceli ziraat okulları açıldı. Ziraat uzmanlarının sayısını artırmak için Avrupa’ya öğrenciler gönderildi. 1933 yılında Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.
2 Haziran 1929’da topraksız çiftçiye toprak dağıtılması hakkında bir kanun kabul edildi. Ancak bu kanun, kişilere ait toprakların ve hazine topraklarının tam olarak belirlenememiş olması nedeniyle uygulamaya konulamadı.
Hayvancılık ve ormancılığın geliştirilebilmesi içinde önemli tedbirler alındı. Hayvancılığın geliştirilmesi için çiftliklerin kurulmasına başlandı.
Gazi Orman Çiftliği’nin kurulmasında Atatürk bizzat işin başında yer aldı. Silifke Tarsus ve Dörtyol’da da çiftlikler kuruldu. Bu çiftliklerin modern tarımın yerleşmesine büyük katkıları olmuştur.

Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması 

Osmanlı toplum ve eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan tekke ve zaviyeler zamanla yozlaşmış çağ dışı kurumlar haline gelmişti. Toplumda ayrılık unsuru oluşturan  bu kurumların laik Türkiye Cumhuriyeti ile bağdaşma olanağı yoktu.

Bu nedenle, 30 Kasım 1925’te çıkarılan bir kanunla tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Şeyh, derviş, mürid, dede gibi unvanlarda yasaklandı. Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler ve müridler memleketi olamaz. En doğru tarikat medeniyet tarikatıdır.” demiştir.


Türk Dil Kurumu’nun Kurulması

Osmanlı döneminde Türk dili Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalmıştı. Türk Dil Kurumu kurulurken;

-Türk dilini yabancı dillerin etkisinden kurtarmak,
-Türk dilinin kökenini araştırmak,
-Türkçe’yi zenginleştirmek ve bilim dili haline getirmek amaçlanmıştır.
Türk Dil Kurumu, halk dilindeki sözcükleri toplayarak derlemeler meydana getirdi. Bir Türkçe sözlük hazırladı. Bu çalışmalar sonucu, konuşma dili ile yazı ve bilim dili arasında önceden var olan ayrılığın kaldırılması konusunda önemli gelişmeler sağlandı.

Türk Tarih Kurumu’nun Kurulması 

Türk tarihi binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Günümüzden 6500 yıl öncesi gelişmiş bir medeniyete sahip olan Türkler, zamanla üç kıtaya yayıldılar. Gittikleri her yerde sayısız devletler kurdular, medeniyetler oluşturdular. Egemen oldukları yerlerde günümüze kadar gelen değerli eserler bıraktılar. Yeterince incelenmemiş bu medeniyetleri ortaya çıkarmak ve tanıtmak gerekiyordu. 1932 de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi’nde Türk tezi ortaya atıldı.
Türk Tarih Kurumu, Türk milletinin dünya milletleri arasındaki seçkin yerini bütün dünyaya göstermek ve Avrupalıların Türk tarihi hakkındaki yanılgılarını düzeltmek üzere araştırma kurumu niteliğinde açıldı.
Türk Tarih Kurumu, kendi içinde Türk Tarihini Araştırma Kurulu oluşturmuştur.Türk Tarih Kurumu’nun açılmasıyla, Osmanlı Devleti öncesi Türk tarihi ve Anadolu tarihinin araştırılması da sağlanmıştır.
Atatürk, “Türk milleti, tarihinle övün, çünkü senin ecdadın, medeniyetler kuran, devletler, imparatorluklar yaratan bir mevcudiyettir.” diyerek Türk tarihine verdiği büyük değeri ortaya koymuştur.

Eğitim ve Öğretim Devrimi

Atatürk, Türk toplumunun eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesi ile öğrenim gören kişi sayısının artırılmasını amaçladığı eğitim ve öğretim alanında köklü değişiklikler yapmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)

Osmanlı toplumunda yaygın halde bulunan mahalle mektepleri ve medreseler TBMM tarafından 3 Mart 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi) ile kaldırılmıştır. Böylece bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Türkiye’deki bütün eğitim ve öğretimin sadece devletin denetimi altındaki okullarda yapılması sağlandı.
Yabancı ve azınlık okullarının Milli Eğitim Bakanlığı’nca denetlenmesi sağlandı. Böylece, yabancı ve azınlık okullarının zararlı çalışmaları önlenmiş oldu. Bundan başka bu okulların ders programlarına Türkçe kültür dersleri konuldu. Bu dersler Türk öğretmenler tarafından okutulmaya başlandı.

Medreselerin Kaldırılması

Medreseler; Kişiler tarafından kurulan vakıf kuruluşlarıydı. Vakıfları parasal yönden denetleyen devlet medreselerde sürdürülen eğitim ve öğretim işleri ile hiç ilgilenmezdi. Din adamı, müderris ve kadı yetiştiren kurumlar olan medreselerde okutulan dersler daha çok din bilimleri olup, pozitif ilimlere çok az yer veriliyordu.
Medreseler, izledikleri öğretim yöntemi yönünden kendisini yenileyememiş, gelişen dünyanın gerisinde kalmıştı. Tanzimat döneminde Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı) kurularak, eğitim ve öğretim devletin bir görevi olarak benimsenmişti.
TBMM, eğitim ve öğretim işlerini Milli Eğitim Bakanlığı’na vererek, kaldırılan mahalle mektepleri ve medreselerin yerine bir çok şehirde meslek okulları, öğretmen okulları, teknik okullar, ortaokul ve liselerin açılması sağlanmıştır. Çıkarılan Üniversiteler Kanunu ile Darülfünün kaldırılmış yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur.


Medeni Kanun’un Kabulü

Medeni Kanun’un kabulü ile sosyal alanda tam bir eşitlik anlayışı gerçekleştirilmiştir.
Osmanlı Devleti döneminde uygulanan ve din kuralları ile yürütülen hukuk işleri, çağdaş bir uygarlığa adım atmış Türk toplumunun gereksinimlerini karşılayamaz görüntüsü veriyordu.
İlk olarak Tanzimat döneminde hazırlanan Mecelle ile bir takım yenilikler getirilmiş ancak yeterli olmamıştı. Kişilerin aile kurumu, mülkiyet ilişkileri, miras sorunları, hak ve borçları, satın alma, kiralama gibi bir çok konuda eksiklikler taşıdığından, tam bir Medeni Kanun sayılamazdı.  İşte bu sebeplerden dolayı, İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Medeni Kanun TBMM’de kabul edilerek 17 Şubat 1926 yürürlüğe konmuştur. Medeni Kanunun Kabulü ile Türk aile yapısında olumlu değişikliler meydana gelmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun getirdiği yenilikler:

Ailede kadın erkek eşitliği sağlanmıştır.

Yapılacak evliliklerde resmi nikah yapma zorunluluğu getirilmiştir.

Tek eşle evlilik yapılması esası getirildi.

Kadınlara toplum yaşayışı içerisinde istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanınmıştır.

Mahkemelerde tanıklık yapma ve miras ile boşanma konularında kadın ve erkek eşit hale getirilmiştir.

Kadın Haklarının Tanınması

Atatürk, toplumun bir parçası olan kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını arzu etmiştir.
Daha önceleri Osmanlı toplumunda kadınlar yaşamsal ve sosyal açıdan hiç bir öneme sahip olmazken, Medeni Kanun’la kadınlara toplumsal açıdan bazı haklar tanınmış, siyasal açıdan pek bir değişiklik olmamıştı.
Atatürk’ün yapmış olduğu girişimler neticesinde, Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından bir dizi değişiklikler yapılmıştır. Kadınlara, 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme, 1933 yılında çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 1934’te Anayasada yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştur.
Kadınlara tanınan bu hakların o yıllarda bir çok Avrupa devletlerinde bile bulunmayışı, Atatürk’ün kadın haklarına verdiği değer ve önemi en güzel şekilde ortaya koymaktadır.

Son olarak bir İzmirli olarak Atatürk' ün çok sevdiğim güzel şehrim için söylediklerini aktarmak ve yazıma son vermek istiyorum. Onunla ne kadar gurur duysam ne kadar sevgimi anlatsam azdır..,

" İzmir, kırk yüz yıllık bir ata yurdudur. İzmir, bu kadar derin bir tarihe sahip olmakla beraber coğrafî durumu sebebiyle ekonomik ve siyasî çok büyük bir öneme sahiptir. İşte bunun içindir ki, Türkiye’yi mahvetmek isteyen düşmanların, her şeyden evvel gözleri bu tarihî, bu önemli beldeye döner. Nitekim düşmanlarımız en evvel burasını işgal etmişler, ondan sonra daha doğuya ilerlemişlerdir. İzmir’in işgali, bütün milletin kalbinde derin bir yara oluşturmuştur. Herkes İzmir için feryat ediyordu. İzmir, halkın elemlerini, feryatlarını, kararlılık ve imanını ifade etmek için bir parola olmuştu. Çeşitli görüş noktalarından çok değerli olan İzmir, elbette düşmanların elinde bırakılamazdı ve nitekim bırakılmadı. 
Ben, bütün İzmir’i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. Yalnız bir tesadüf, beni Karşıyaka’ya daha fazla bağlamıştır. Karşıyakalılar, annem sizin bağrınızda, sizin topraklarınızda yatıyor. Karşıyakalılar, İzmir’i gördüğüm gün evvelâ Karşıyaka’yı ve orada da sizin Türk topraklarınızda yatan annemin mezarını gördüm!

Bütün cihan işitsin ki efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır! "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder